Cumartesi , 14 Aralık 2024
Home / Dünya / 8 Mayıs 1945 dünya halklarının kurtuluş bayramıdır; kutlu olsun! Samet Erdogdu

8 Mayıs 1945 dünya halklarının kurtuluş bayramıdır; kutlu olsun! Samet Erdogdu

Bugün Sovyet halklarının dünyayı faşizm canavarından kurtarmasının 75’inci yıldönümü. Sovyet Kızıl Ordusu 8 Mayıs 1945 günü Hitler faşizmine ölümcül darbe vurdu. Faşizmin dünya hakimiyeti kurma rüyasını berhava etti.

Sovyet halkları 7 Kasım 1917’de Ekim devriminin zaferiyle yeni bir dünya düzeni kurma, Sovyetlerde sosyalizmi inşa etme, dünyada emperyalist savaşların önünü kesme, sömürge halkların ulusal bağımsızlıklarının yolunu açma işine iktisaden geri bir ülkede ağır emperyalist kuşatma altında giriştiler. Daha devrimin başında emperyalistlerin hem fiili hem dolaylı askeri müdahalesi ile mücadele ettiler. Emperyalist Antant güçleri yeni doğmuş devrimi boğmak için ellerinden geleni yaptılar. Emperyalistler eski rejimin gerici kuvvetlerini Kolçak, Denikin ve başka Çarlık generalleri etrafında topladılar; Sovyet Rusya’yı ideolojik saldırıyla, kışkırttıkları iç savaşın ateşleriyle ve ekonomik ambargoyla ablukaya aldılar. İki yıl içinde 10 milyon Sovyet insanı doğrudan emperyalist müdahale ve iç savaşta hayatını kaybetti. Sovyet halkları devrimin bu ilk yıllarında tüm ülkeyi kasıp kavuran iç savaş, açlık, kargaşa, eşkiyalık karşısında sosyalist devrimin ölüm kalım mücadelesini verdi. İki yıl boyunca uygulanan savaş komünizmiyle felç olmuş ulaşımı düzene sokma, açlıkla boğuşan kentlerin gıda ihtiyacını karşılama, salgın hastalıkları bertaraf etmeyle uğraştı. Devrim bu felaket yıllarında ayakta kalmayı başardı. Sonraki iki yıl ekonomiyi toparlamak, ticareti canlandırmak ve yeni kuruluş için zemini hazırlamak amacıyla Lenin öncülüğünde Yeni Ekonomi Politika (NEP) uyguladı. Kimi unsurları 1920’lerin sonuna kadar uygulamada kalan bu politika proleter devletin sınırlı ve kontrollü biçimde küçük ölçekli kapitalizme müsamaha gösterdiği bir politikaydı. Bu politika bir yandan felç halindeki iktisadi yaşamın canlanmasına yol açarken öte yandan kırsal kesimde kapitalizmi geniş oranda muhafaza ettiği için bir ‘kulaklar’ (zengin köylüler) sınıfının doğuşuna, bu sınıfın tarımsal ürünleri stoklaması ve karaborsada vurgunlar vurmasına ve kurulmakta olan sosyalist ekonominin baltalanmasına neden oluyordu. Genç sovyet devleti 1930’lı yıllarda kapitalizmin kalıntılarına ve NEP uygulamalarının zorunlu sonucu olan yeni burjuva unsurlara karşı ciddi mücadele yürütmek ve sosyalist inşayı sağlamak için olağanüstü güçlüklerle boğuşurken doğusunda Japon militarizminin batıda ise güney, orta, kuzey ve doğu Avrupa’da bir dizi ülkede iktidarı zapteden faşist rejimlerin yükselen savaş tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Hitler faşizminin 1933 başında iktidara gelmesiyle birlikte sivri ucu Sovyetler Birliği’ni ayaklar altına almak olan bir dünya savaşı tehlikesinin çanları gümbürdemeye başladı.

Sovyetler Birliği’nin yaklaşan savaş tehlikesi karşısında anti-faşist ve savaş karşıtı bir barış cephesi kurmak için batı devletlerine yaptığı çağrılar, teklifler sonuçsuz kaldı. Özellikle İngiliz ve Fransız emperyalizmi Hitler’in ‘Drang nach Osten’ (Doğu’ya yayılma) tehditlerini Sovyetler Birliği’ni ortadan kaldırma fırsatı olarak değerlendirdi. Polonya, Çekoslovakya, Avusturya’yı hakimiyet altına alma girişimleri karşısında meşhur ‘yatıştırma politikası’ ile durumu idare etmeye çalıştı. Sovyetler Birliği bu koşullarda bir yandan sosyalizmi inşa için iç güçlüklerle, asrın gerisinde kalmış ekonominin dönüşümü ve eski düzeni getirme umudunu koruyan burjuva güçlerin sabotajları, provokasyonlarıyla cebelleşirken bir yandan da savaş endüstrisini güçlendirmeye, tüm ülkenin elektrifikasyonunu sağlamaya ve sanayi altyapısını tesis etmeye girişti. Emperyalist ambrago halen büyük güçlükler yaratıyordu.
Doğu’da Japon emperyalizmi saldırıya geçti; Mançurya başta olmak üzere Çin’i fethetmek, Moğolistan’ı ele geçirmek, Sovyetler Birliği’nin Uzak Doğu’daki topraklarını zaptetmek için yıllardır hazırlanan Japon militarizmi, Musollini ve Hitler’le ‘Anti-Komintern Pakt’ kurdu. Hitler adım adım Avusturya, Çekoslovakya, Macaristan, Romanya, Bulgarya, Yugoslavya ve Polonya’yı ya işgal ederek ya da kendine bağlı rejimler kurdurarak kontrol altına aldıktan sonra Sovyetler Birliği’ne karşı saldırıya geçti. Bu arada batısından gelecek bir tehdidi önlemek için Belçika ve Fransa’yı da işgal etti. Atlantik’ten Karadeniz’e, Akdeniz’den Baltık Denizi’ne ve İskandinavya’ya kadar tüm Avrupa faşist rejimlerin hakimiyetindeydi. Hitler, Musollini, Franco, Salazar, işgal altındaki Fransa’nın kukla hükümeti, kısacası Kıta Avrupasının hemen hemen tümü doğuya yayılıp Sovyetler Birliğine çullanan Hitler faşizminin sağlam cephe gerisine dönüştü. Hitler faşizmi Ukrayna, Belorusya, Kafkasya, Baltık ülkeleri üzerinden şiddetle saldırdı. ‘Barbarossa Harekatı’ yıldırım savaşıyla Sovyetler Birliğini alt edip halklarını köleleştirerek Avrupa İmparatorluğu kurmak isteyen Hitler rüyalarını gerçekleştirecek gibi görünüyordu. Leningrad, Moskova, Stalingrad canını dişine takıp direndi. Hitlerin savaş makinası Stalingrad önlerinde dize getirildi. İşgal altındaki bölgelerde komünistler önderliğinde partizan savaşlarıyla Hitlerin cephe gerisi yıpratılırken, Sovyet Kızılordusu korkunç zorluklarla çarpışa çarpışa Hitler ordularının pençelerini söktü.

Sovyet halkları milyonlarca kayıp pahasına destan yazdılar. ‘Stalin Baba’ önderliğinde faşizm canavarını engin Sovyet topraklarında yere serdiler. Kızıl Ordu Sovyet Anavatanı’nı kurtarmakla kalmadı Avrupa halklarının faşizm boyunduruğundan kurtarılması için ileri harekata geçti. Hitler’in gözüdönmüş faşist kuvvetleri perişan edildi. Berlin önlerinde 8 Mayıs 1945’te kayıtsız şartsız teslim oldular.

Avrupa halklarının ve giderek tüm dünyanın faşizm canavarından kurtarılmasının tartışmasız şerefi Sovyet halklarına ve Kızıl Ordu’ya aittir. Hitler faşizminin yayılmasıyla tehlikenin kendilerine de tehdit oluşturduğuna kanaat getiren İngiltere ve ABD’nin Sovyetler Birliği ile ‘Anti-Hitler Koalisyonu’ oluşturması bir bakıma mecburi atılmış bir adımdı. Önemsiz değildi, savaşın sonucuna ciddi etkisi oldu; ama savaşın asıl yükünü Sovyet halkları taşıdı, hem can hem de her alanda en ağır kayıpları Sovyetler verdi.

6 yıl süren II. Dünya Savaşı 61 devleti, 1,7 milyar insanı, yani o zamanki dünya nüfusunun %70’ini yörüngesine almıştı. Silah altına alınan askerler 110 milyondu. Cephe gerisinde dağlarda, kırlarda, ormanlarda çarpışan Partizanların, kentlerde yeraltı savaşı yürüten direnişçilerin sayısı belli değil. Doğrudan savaş nedeniyle can veren savaş kurbanları 70 milyon; bunun 27 milyonu Sovyet insanıdır. Çin halkı 35 – 45 milyon insanını kaybetmiştir. Sovyet kayıplarıyla birlikte Avrupa’da kaybedilen insan sayısı 40-45 milyondur. Hitler’in toplama kamplarında, Yahudi ve Çingene katliamlarında öldürdüğü insan sayısı milyonlarcadır. Doğrudan savaş nedeniyle olmasa da, savaşın yarattığı açlık, hastalıklar ve diğer nedenlerle ölen insan sayısı ve yaralananlar bu rakamlara dahil değil.

Emperyalistler I. Dünya savaşı sırasında savaşlara önceki dönemlerde rastlanmayan bir özellik kazandırmışlardı. Savaş, artık cephelerde, siperlerde çarpışan silahlı askerlerin karşılıklı savaşı olmaktan çıkarılmış, sivil nüfusun, askersiz alanların, silahsız kitlelerin hedef haline getirildiği kitle kırımlarına dönüştürülmüş; hatta Ermeni soykırımı örneğinde olduğu gibi savaştaki bir devletin kendi ‘güvenilmez unsurlar’ına karşı kitlesel jenosidi bçimine bürünmüştü. Hitler – Musollini ve faşist Japon militarizmi bu tarz savaşı tarihte görülmemiş bir seviyeye çıkardılar. Kendi ana toprakları başta gelmek üzere hakimiyetleri altına giren her yerde ‘untermensch’leri (alt-insan, aşağı insan) hem kendi savaş sanayilerinin köleleri olarak kullandı, hem kitlesel halde katlettiler. Öte yandan uçaklarla, tanklarla, toplarla bombalanan kentler, kasabalar, köylerde hedef sadece rakip orduların askerleri değil; doğrudan yerleşik nüfustu. Kuşatılan kentlerin açlıkla, soğukla, salgın hastalıklarla, su kesintileriyle dize getirilmesi savaş ahlakında olağan uygulamaya dönüştürüldü.

Sovyetler Birliğ ve Kızıl ordu, insanlığın başına musallat olmuş bu kahredici laneti ağır bedeller pahasına savuşturarak halkların haklı sempatisini kazandı. Sosyalizmi şiddet yoluyla yok etmek isteyen komünizmin en vahşi karşıtları dize getirildiler. Kendi ülkelerinde çetin yeraltı ve partizan savaşı yürüten, ölüm kamplarından kurtulmayı başararak direnişleri organize eden komünistler her ülkede saygınlık kazandılar. İspanya, Portekiz, Fransa, İtalya, Yugoslavya, Yunanistan, Bulgaristan ve daha pek çok ülkenin komünistleri kendi halklarının en yurtsever, halka adanmış en cesur evlatları olduklarını pratikte gösterdiler. Faşizmin yenilgisinden sonra dahi uzun yıllar iktidarda kalan Portekiz ve İspanyol faşizmleri hariç diğer ülkelerde komünistler ya iktidara geldiler ya da ortak oldular.

8 Mayıs 1945 dünya hakimiyeti kurmak isteyen faşizmin hezimeti, boyunduruk altına aldığı halkların kurtuluşu olmakla kalmadı; yeni bir dünyanın doğuşunu müjdeledi. Zaferin sonuçları dünya-tarihseldir:

a- Ekim devriminden sonra sosyalizmin inşası için bir türlü elverişli fırsat bulamayan Sovyet halkları açısından yeni düzenin kurulması bakımından nisbeten ‘barışçı’ bir dönem doğdu. Gerçi emperyalistler savaştan hemen sonra derhal ‘Soğuk Savaş’ ilan ettiler; ama sosyalizmin anavatanı sosyalizmi tam tesis etmek için iç ve dış engellerden nisbeten kurtulmuş oldu. Savaş, o zamana dek kurulmuş olan ekonomik altyapıyı korkunç tahrip etmiş, ulaşım yolları, ağır sanayi tesisleri büyük ölçüde tahrip edilmiş, kentler yıkılmış harap olmuştu; fakat savaştan güçlenerek çıkan Kızılordu karşısında hiçbir gücün Sovyetlere açık askeri müdahale cesareti kalmamıştı. Sovyetler Birliği hızla savaşın yaralarını sardı. Sovyet sanayi üretimi beş yıl gibi kısa bir süre içinde savaş öncesi (1941 yılı) üretim seviyesine yükselmeyi başardı; bu başarı tarımda, ulaşımda, iç ve dış ticarette kısacası diğer alanlardaki başarılarla takviye edildi. Emperyalizmin Stalin’den Hitler tarzı korkunç bir diktatör görmesinin ve göstermesinin nedeni budur. Emperyalistler henüz Soğuk Savaş’a girmeden önce şiddetli bir anti-Stalin kampanya başlattılar. Çarlık zamanının Karayüzleri, Kadetler, eski menşevikler, narodniklerin izleyicisi Sosyal Devrim partisi mültecileri, Okrahana’nın, Kolçak – Denikin’in yurtdışına kaçmış artıkları ve Troçkistler tarafından kesintisiz sürdürülen anti-Stalin kampanya Gestapo’nun propaganda malzemeleriyle takviye edilerek emperyalist batı basınının Sovyet aleyhtarı karalama bombardımanına dönüştürüldü. Sosyalizm düşmanlarının ve sosyalizmle alakaları kalmadığı halde halen komünist, sosyalist sıfatlarını ısrarla üzerlerinde taşımak isteyen her türlü ‘Yenilikçi’ sosyalistin(!), sahte komünistin kullandığı malzeme bugün de bu malzemedir. Bunlar sosyalizmin 90’lı yıllardaki yıkılışının vebali ve sorumluluğunu dahi Stalin şahsında bizzat kurucu komünistlere yüklemektedir. Oysa haihazırdaki kapitalist Rusya’nın mevcut temel üretim altyapısı bile milyonlarca insanını savaşlarda kaybetmiş komünist kuşakların eseridir.

b- Kapitalist emperyalist sistem Amerika öncülüğünde anti- sovyet bir cephede kenetlendi. Daha 5 Nisan 1945’de ABD Başkanı Truman şöyle diyordu:

“Gözlerimizi yakın ve Orta Doğu’ya çevirdiğimiz zaman vahim meseleler arzeden bir bölge ile karşılaşıyoruz. Bu bölgede geniş tabii kaynaklar vardır. En işlek kara, hava ve deniz yolları buradan geçmektedir. Bu bakımdan büyük iktisadi ve stratejik önemi vardır. Fakat bu bölgedeki milletlerin hiçbiri ne yalnız, ne de birlikte, kendilerine yöneltilecek bir tecavüze karşı koyabilecek kadar kuvvetlidirler. Böyle olunca da Yakın ve Orta Doğu’nun bu bölge dışı büyük devletler arasında kuvvetli bir rekabet alanı olduğunu ve bu rekabetin birdenbire bir çatışma doğurabileceğini kestirmek kolaydır. Yakın ve Orta Doğu’da küçük veya büyük hiçbir devletin Birleşmiş Milletler kanalıyla diğer devletlerin menfaatleriyle uzlaştıramayacağı hiçbir meşru menfaati yoktur. Birleşmiş Milletler’in, Yakın ve Orta Doğu ülkelerinin egemenlik ve toprak bütünlüklerinin baskı ve ya sızma yolu ile tehdit edilmemesi konusunda ısrar hakkı vardır.”

Churchill Mart 1946’da dünyanın bir bölümü üzerine ‘Demir bir Perde’ indiğini, ‘Hür ve Demokratik’ dünyanın buna karşı ‘Soğuk Savaş’ içinde olduğunu ilan etti. Onu Eylül 1946’da ABD dışişleri bakanı Byrens takip etti. ABD Başkanı Truman, 12 Mart 1947’de Kongre’de “Truman Doktrini”ni ortaya koydu. Truman Amerikan Hükümeti’nin Yunanistan Hükümeti’nden acil bir mali ve iktisadi yardım çağrısı aldığını, “Yunanistan’ın özgür bile ülke olarak kalabilmesi için söz konusu yardımın gerekli olduğunun” anlaşıldığını, Yunanistan’ın varlığının komünistlerce yönetilen birkaç bin silahlı kişi tarafından tehdit edildiğini, Yunanistan Hükümeti’nin mevcut durumla baş edemediğini, Yunan ordusunun küçük ve zayıf olduğunu, bundan dolayı kendi kendine yeten ve kendi kendine saygısı olan bir demokrasi olabilmesi için Yunanistan’a yardım yapılması gerektiğini bildirdikten sonra Yunanistan’ın komşusu olan Türkiye’nin de ABD’nin ilgisini hak ettiğini söyleyerek, Türkiye’nin ABD ve Batı dünyası için taşıdığı önemi vurguluyordu. Truman, “Türkiye bizim desteğimize ihtiyaç duymaktadır. Savaştan beri Türkiye, ulusal bütünlüğünün sağlanması için elzem olan modernizasyonu gerçekleştirebilmek için ABD ve İngiltere’den ek yardımlar istemiştir. Bu bütünlük, Orta Doğu’da düzenin korunması için gereklidir. İngiltere Hükümeti, içinde bulunduğu güç durum nedeniyle, Türkiye’ye daha fazla mali ve iktisadi yardım yapamayacağını bize bildirmiştir. Yunanistan gibi Türkiye de ihtiyaç duyduğu yardımı almalıdır. ABD bunu vermelidir. Bu yardımı sağlayabilecek tek ülke biziz” diyordu.

Öte yandan ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, tarafından Batı Avrupa’nın ekonomik toparlanması için bir program hazırlandı. Bu doğrultuda 12 Temmuz 1947’de Paris’te biraraya gelen Avusturya, Danimarka, Belçika, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere ve Fransa temsilcileri, Avrupa’nın acil ihtiyaçlarını belirlemek ve karşılamak için, Amerika Birleşik Devletleri’nin istediği biçimde Avrupa Ekonomik İşbirliği Konferansı (Conference of European Economic Co-operation, CEEC) adında bir örgüt kurdular. Bunu NATO’nun kuruluşu izledi. Daha önce Belçika, Birleşik Krallık, Fransa, Hollanda ve Lüksemburg tarafından 17 Mart 1948’de anti Sovyet Brüksel antlaşmasını imzalayan Batı emperyalizmi çok geçmeden, 4 Nisan 1949’da NATO’nun kuruluşunu ilan etti. Emperyalist dünya ABD öncülüğünde anti-sovyet bir blokta toparlanıyor, ‘komünizm tehdidi’ altındaki ülkeleri ‘Hür Dünya’ etrafında tutmak için ortak strateji geliştiriyordu. Daha sonra CENTO, Bağdat Paktı gibi İran, Irak, Türkiye’nin dahil edildiği askeri işbirliği örgütleri de temel olarak anti-Sovyet strateji etrafında oluşturulacaktı.

c- Emperyalist-kapitalist blokun çekirdek ülkeleri ABD parası doları rezerv para kabul ettikleri yeni bir kapitalist dünya düzeni kurdu. Bugünkü IMF, Dünya Bankası gibi finans kurumları oluşturuldu. Yukarda andığımız Marshall yardımlarıyla başta Almanya ve Fransa olmak üzere, batı ittifakı ülkelerinin ekonomik rehabilitasyonu için adımlar atıldı. Emperyalistler arası çelişkilerin bizzat emperyalist ülkeler topraklarında savaşlarla çözümlendiği dönem geride bırakıldı. Emperyalist ülkeler Amerikan hegemonyası altında çeşitli işbirlikleri ve organizasyonlar oluşturdular; daha önceleri Avrupa topraklarında birbirleriyle savaşan ülkeler kendi aralarındaki çelişkileri barışçıl yollardan çözmenin ve karşılıklı işbirliği geliştirmenin ‘yararlarını’ keşfetti. Batı Avrupa kendi tarihinde ilk kez savaşsız bir dönem içine girdi; ‘refah toplumu’ kurmaya yöneldi.

d- Emperyalistler bütün dikkatlerini emperyalist boyunduruktan kurtulmaya, sömürgecilik zincirlerini kırmaya çalışan halkların mücadelelerini bastırmaya; bunun olanaklı olmadığı durumlarda hiç olmazsa kapitalist sistemden kopmalarını engellemeye ve savaş sonrasında ortaya çıkan sosyalist dünyanın gelişip büyümesini önlemeye verdi. Bu tutum emperyalist savaş, işgal ve müdahalelerin ‘Üçüncü Dünya’ üzerinde yoğunlaşmasına yol açtı. Emperyalistler Çin, Hindistan, Çinhindi, Kuzey Afrika, Latin Amerika, Uzak Doğu, Ortadoğu ve Afrika ülkelerinde bu ülkeler halklarını bastırmak için savaşlar yürüttüler. Ama buna rağmen anti-sömürgeci ulusal kurtuluş savaşlarının zaferle sonuçlanmasını ve bağımsızlıklarını kazanan ülkelerin ‘üçüncü bir yol’ deneyerek kalkınma yoluna gitmesini engelleyemediler. Bu hareket zamanla bir Bağlantısız Ülkeler topluluğunun doğmasına yol açtı.

e- Birleşmiş Milletler’in kurulması ve BM bünyesinde emperyalistler tarafından sık sık ihlal edilse bile kimi uluslararası hukuk kurallarının benimsenmesi savaş sonrası dönemin önemli kazanımı oldu. BM ezilen ulusların siyasal bağımsızlık talebini haklı bir talep olarak deklare etti; ulusların kendi kadarlerini kendilerinin tayin etmesi hakkı uluslararası hukukun bir ilkesi olarak kabul edildi. İnsan hakları, kadın – erkek eşitliği ve tüm ulusların eşit olduğu, devletlerarası ihtilaflarda zora başvurulmaması ilkeleri BM sözleşmesine kondu. Devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaması, farklı sistemlere sahip ülkelerin barış içinde birarada yaşama, sorunlarını savaşlara başvurmadan çözümleme anlayışı lafta da olsa kabul gördü ve sosyalist sistem henüz ayaktayken önemli ölçüde yürürlükte kaldı. Ne zaman ki sosyalist sistem çöktü, o zaman emperyalistler başka ülkelere sözde barış, özgürlük ve demokrasi götürme bahanesiyle engelsiz müdahale eder, ‘önleyici savaş’ kisvesiyle bağımsız ülkeleri işgal eder oldular.

Tüm bunlar Kızılordunun 8 Mayıs 1945’te son darbeyi indirerek faşizmi alt etmesinin dolaysız ürünleridir. Sovyet halkları faşizmi önce püskürtüp, sonra da ezmemiş, İtalya, Almanya ve Japonya’nın çekirdeğini oluşturduğu, bir dizi devletin de etrafında toplandığı Anti-Komüntern Pakt önüne koyduğu başta Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Avrupa, Afrika, Asya halklarının emperyalist-faşist ittifak ülkeleri tarafından köleleştirilmesi hedefleri başarıya ulaşmış olsaydı bugünkü dünya bambaşka bir dünya olurdu. Bu nedenle 8 Mayıs 1945 dünya-tarihsel bir zaferdir, dünya halklarının kurtuluş bayramıdır. Kutlu olsun. Stalin önderliğinde dünyayı felaketten kurtaran Kızıl Ordu’ya, kızıl partizanlara, faşizme karşı direnme savaşında canlarını veren milyonlarca işçi ve emekçiye şan olsun!

Samet Erdogdu
07.05.2020

Diğer Başlıklar

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (5) Hamit BALDEMİR Kürdistan Bağımsız olmadan Demokratik Türkiye Mümkün Değildir Bizim ülkemiz …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI! Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (4) Dünya devrimci hareketin ve reel sosyalizmin deneyimi gösteriyor ki, böyle kısa …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (3) Proletaryanın Devrimciliği ve Komünist Parti Koşulu Proletaryanın, toplumsal üretimdeki yer ve …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2)

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (2) İlk insanın üretim faaliyeti.İlkel dönemin üretim araçlarının gelişimi ile somutluk kazanan …