Salı , 14 Ekim 2025
Home / anasayfa / YENİ EGEMENLİK VE ÇATIŞMA ALANLARI! Nusrettin MAÇİN

YENİ EGEMENLİK VE ÇATIŞMA ALANLARI! Nusrettin MAÇİN

Yeni Egemenlik ve Çatışma Alanları

21. yüzyılın jeopolitiğinde egemenlik artık yalnızca sınırlarda kurulmuyor; enerji kaynaklarının yoğun bulunduğu ülkelerde ve enerji hatlarının geçtiği topraklarda, göç rotalarının kesişim noktalarında, denizlerde, boğazlarda ve stratejik geçiş yollarında yeniden tanımlanıyor. Dünyanın egemenleri bilimsel, teknolojik ve yapay zeka alanında niteliksel gelişmeler kaydederken, buna paralel yeni egemenlik alanlarını da genişletmekten geri durmamaktadırlar.

Bütün bu yeni çatışma alanlarını ele almak bir makalenin sınırlarını aşar. Güncel olan siyasi ve askeri gelişmelerin yoğun yaşandığı bölgeleri, bu çatışmanın nedenleri arasında sayılan enerji ve enerjinin tedarik yollarını konu alan bir makale olacaktır. Metodolojik açıdan da öncelikle bu bölgelerin tespitinden yola çıkmak gerekir. Çünkü dünyanın birçok bölgesinde yeni egemenlik ve çatışma alanlarının yoğunluk merkezleri ileride tekrar dünyanın gündemine girecektir.

Bugün özellikle Doğu Akdeniz, Yakın Doğu, Orta Doğu ve Kafkasya bu yeni egemenlik biçimlerinin küresel mücadelesine sahne olmaktadır. Bölgeler klasik anlamda bir “çatışma coğrafyası” olmanın ötesinde, büyük güçlerin ve bölgesel aktörlerin hem askeri hem ekonomik hem de demografik projeksiyonlarını uyguladıkları çok katmanlı bir alan haline gelmiştir. Bu sürecin yeni hamlesi daha net olarak doğu ve batı ekseninin kendi müttefikleri üzerinden yeni egemenlik alanları ve çatışmalarının belirginleşmesi olarak tanımlanabilir.

Dünyada diplomatik ilişkilerin başat gündemine oturan İsrail-Hamas çatışmaları ve yakın gelecekte yeni çatışma alanlarından başlayarak konumuza devam edelim. 7 Ekim 2023 sonrası İsrail-Gazze çatışmaları, Doğu Akdeniz ve Levant bölgesini yeniden küresel dikkat odağı haline getirdi. Ancak bu yalnız Doğu Akdeniz’le sınırlı kalmayıp Orta Doğu’nun tamamında, Güney Kafkasya ile Orta Asya Türki cumhuriyetlerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada etkisini askeri, ekonomik ve diplomatik alanlarda gösterdi. İsrail ile Filistin arasındaki bu yeni çatışmalar, geçmiş dönemlerde yaşanan çatışmalardan her yönüyle çok farklı oldu. 7 Ekim 2023 ile başlayan sürecin aslında küresel ve bölgesel güçlerin fay hatlarını bir bütün olarak harekete geçirme startını verdiğini söyleyebiliriz. Bu süreçte sahada inisiyatifi ele alan İsrail, Batı blokunun temel stratejik ortaklarının başında gelmektedir.

ABD ve batılı ülkelerin desteğiyle bu süreçte İsrail üstün bir kararlılıkla yeniden yapılanmanın başat öznelerinden biri olma görevini üstlenmiş görünüyor. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz rezervleri, Mısır, İsrail, Türkiye, Yunanistan ve AB arasında yeni bir enerji ve deniz yetki alanları mücadelesini tetiklemiştir. İsrail’in savaş teknolojileri alanında kaydettiği önemli gelişmelerin yanı sıra ABD ve Avrupa ülkelerinde lobi faaliyetlerinde çok iyi bir noktada olması da kendisini öne çıkarmıştır. Buna ek olarak sahada gerçekleştirilen yatırımlar ve oluşan ittifakların da etkisi büyüktür.

Batı dünyası için İsrail’i öne çıkaran faktörler

1- İsrail daha önce enerjide ithalatçı konumunda iken, 2019’da ABD’nin bir enerji şirketi olan Noble ile ortak olarak açtığı üç doğalgaz kuyusunu faaliyete geçirmesi İsrail’i sadece ekonomik açıdan güçlü bir pozisyona getirmekle kalmadı, aynı zamanda küresel enerji politikasında önemli bir aktör haline getirdi. Tamara, Leviathan ve Aphrodite kuyularından çıkarılan doğalgaz üzerinden İsrail, ABD, Güney Kıbrıs, Yunanistan ve Mısır arasında enerjide bir blok oluştu. Bu doğalgaz deniz yoluyla İtalya’ya ve oradan da diğer Avrupa ülkelerine verilmektedir. Bu enerji tedarik yolunun hem deniz altında olması hem de mesafenin kısa olması (2124 km) alıcılar için hem ekonomik hem de güvenli bir seçenek olmasını sağlıyor. Avrupa ülkeleri bu tedarik güzergahına genel bir onay verdi. Bu tedarik güzergahına Ortadoğu’daki yeni enerji yatırımları ve projelerinin entegre edilmesi olasılığı yüksek görünmektedir.

2- İsrail ile Hamas arasındaki çatışmaların yoğunlaşmasının arkasında direkt İran’ın olduğu sahadaki herkes tarafından bilinmektedir. İsrail kendi ulusal güvenliğini sadece kendi sınırlarında değil, sınırlarının dışında da aradı, İran’ın vekâlet savaşını yürüten bütün güçleri hedef aldı. Bu güçlerin başında Hamas, Hizbullah, Husiler ve Haşdi Şabi gelmektedir. İsrail, kendi ulusal güvenlik sınırlarını Lübnan ve Suriye’nin güney sınırlarına kadar dayandırdı.

3- İsrail, ABD ve Avrupa’nın da isteğiyle Suriye’de Esad sonrasında Şam’a giren HTŞ’ye ilk günden itibaren ayar vermeye başladı. Esad döneminden kalan bütün askeri üstleri tek tek imha etti, buna dünyadan herhangi ciddi bir tepki de almadı. Trump’ın son Körfez gezisinde Suudi Arabistan’da El Şara ile yaptığı görüşme yeni ittifakları bir kez daha ortaya koydu. Trump’ın El Şara’ya mealen söyledikleri şunlardı:

-İsrail ve Kürtlerle ilişkilerini iyi tut ve Abraham anlaşmalarını imzala.

– Kürtlerle sorunlarınızı müzakere ve diyalog yoluyla çözünüz.

– Bizim Suriye’deki petrol ve doğalgaz yatırımlarımıza destek olun.

– Başta ABD ve Körfez ülkelerinin bölgesel politikalarının bir parçası olursanız gelecekte bütün yaptırımları kaldırabiliriz.

4- İran ve Rusya’nın Suriye’de Esad rejiminin dağılması sonrasında bölgesel düzeyde egemenlik alanlarını önemli ölçüde kaybettiklerini söylemek abartılı olmaz. Aslında bunu Türkiye için de söylemek mümkündür. Ancak, Türkiye hala Doğu Akdeniz, Suriye, Irak ve Kafkasya’da oyun bozucu rolünü devam ettirip kendisini denkleme dahil ettirmek istiyor.

5- Başta İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere Avrupa ülkeleri, yukarıda ismini saydığım egemenlik ve çatışma alanlarında ABD ve İsrail ile nüans farklılıklara sahip olsalar da, Çin, Rusya ve İran blokuna karşı stratejik ortaklıkları olduğunu söyleyebiliriz. Bu arada, hem Suriye’deki yeni rejim konusu hem de Körfez ülkeleriyle savunma sanayi alanındaki anlaşmaların boyutu Trump ile Netanyahu’nun küçük yaklaşım farklılıklarını da açığa çıkardı. Stratejik ortaklıklara rağmen ülkelerin uluslararası siyasette ve diplomatik ilişkilerde kendi çıkarlarını başa almalarında bir sakınca görülmese de, Trump’ın diplomasi tarzı ABD’nin bütünlüklü politikasına da bazen ters düşmekte ve kendi kabinesini de rahatsız etmektedir.

Trump’ın Suudi Arabistan, Katar, BAE ile sıcak diyalogları ve KİK toplantısına katılması Ortadoğu’nun yeniden dizaynı için zemin oluşturma girişimleri olarak okunmalı. Suudi Arabistan Kralı Muhammed Bin Selman başta olmak üzere Katar ve BAE yetkilileriyle savunma sanayi, teknoloji ve yapay zeka gibi birçok ticari anlaşma kamuoyuyla paylaşıldı, ancak Trump’la enerji alanında yapılan müzakereler şimdilik gizli tutuldu. Suriye’nin yeni yönetimi ise resmen tanınması karşılığında ABD’nin neredeyse tüm isteklerini kabul etmeye hazır olduğunu gösteren bir tavır sergiledi. Yenilenen ilişki ve ittifaklar Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz enerji koridorunun dışında kaldığını ve jeopolitik öneminin zayıfladığını gösteriyor.

Bu arada Kafkasya’daki Türki cumhuriyetlerin peş peşe Güney Kıbrıs’ı tanımaları ve elçiliklerini atamaları, Türkiye’nin “tek millet beş devlet” politikasını boşa çıkardı. Bu yeni Avrupa-Kafkasya ittifakında Avrupa’nın 12 milyar euro’su hibe olmak üzere 300 milyar euro’luk enerji ve altyapı yatırım anlaşmaları büyük rol oynadı.

Ortadoğu küresel güçler için neden çok önemli?

– Orta Doğu, küresel enerji arzında oynadığı rolden dolayı dün olduğu gibi bugün de yeni egemenlik ve çatışma alanlarının başında gelmektedir.

– Ortadoğu, dünya petrol rezervlerinin %48’ine, doğalgaz rezervlerinin yaklaşık %40’na sahiptir (BP Statistical Review of World Energy-2023). Küresel enerji ihtiyacının karşılanmasında stratejik bölgelerden biri de bu bölgedir.

– Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra kapitalist sisteminin hegemonyasını tahkim etmeye soyunan küresel güçler Ortadoğu’yu yeniden çatışma ve vekâlet savaşları alanına dönüştürdüler.  ABD, Rusya, Çin ve bölgesel aktörler (İran, Türkiye, Suudi Arabistan, İsrail) arasında doğrudan ya da dolaylı çatışmalar yaşanmaktadır. 2003’te Saddam rejimin yıkılmasıyla birlikte Rusya önce Irak’ta, şimdi de Esad rejiminin yıkılmasıyla Suriye’de stratejik mevzi kaybına uğradı. Bu mevzi kayıplarına İran da aday görünüyor. 12 gün süren İsrail-İran çatışması İran’ın gücünü önemli oranda zayıflattı. İlan edilen ateşkesin ne kadar süreceği belirsizliğini korurken, İran’ın denklemdeki gücünü önemli oranda kaybettiği ve mevcut rejimle yönetimini uzun sürdüremeyeceği anlaşılıyor.

İran, Saddam sonrasında Irak’ta hem askeri hem de siyasi anlamda neredeyse belirleyici bir konuma gelmişti. Irak merkezi hükümeti üzerinde -eskisi gibi olmasa da- hala askeri ve siyasi etkisini sürdürüyor. Suudi Arabistan’ın ARAMCO firması ile Irak merkezi hükümeti arasında üç yıldan fazla bir süredir hayata geçirilmeye çalışılan doğalgaz yatırım projesini engelleyici tek güç İran rejimidir. Kürdistan Bölgesel yönetimi, ABD ve Kanada şirketleri arasında imzalanan petrol anlaşmalarını engellenmeye çalışan da yine İran’dır.

ABD, İsrail ve batılı güçler, İran ve Rusya’nın bölgede zayıflamasından cesaret alarak Ortadoğu ve Kafkasya’da jeopolitik stratejilerini hayata geçirmeye hız vermiş görünüyorlar.  Başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa, Almanya gibi ülkeler, Körfez ülkelerini silahlanmaya teşvik ediyor, savunma ve teknoloji alanındaki yatırımlarla birlikte enerji alanında da ortak projelere imza atıyor, stratejik ortaklıkları geliştirmeye çalışıyorlar. Batılı güçlerin stratejik aklının yine devrede olduğu anlaşılıyor. Ortadoğu’da oluşturulmak istenen bu yeni ittifaklara Kürdistan’ın da dahil olduğunu belirtmek gerekir. Bu yeni çatışma ve egemenlik alanlarının içinde Ortadoğu’nun önemli bölgelerin başında geldiğine inanıyorsak, Ortadoğu’nun kalbi sayılabilecek Kürdistan’ın bu yeni dizayn ve yapılanmanın dışında tutulması söz konusu olamaz.

Kürdistan’ın Ortadoğu’daki önemi

Emperyalist güçlerin de teşvikiyle Ortadoğu dün olduğu gibi bugün de hem jeopolitik açıdan hem de enerji ve mezhepsel sorunlar yüzünden bir çatışma bölgesi olarak kalmaya devam ediyor. Gerilimi sürekli kılan faktörlerin başında, Arapların çok devletli varlığının hemen yanında Kürtlerin devletsiz bırakılması geliyor. Diğer taraftan farklı dinlerin ve mezheplerin bu bölgede nüfuz sahibi olmaları, bölgede egemenlik politikası yürüten güçler için dinsel ve etnik çatışma zemini hep güçlü tuttu.

Kürt halkı 1. Paylaşım Savaşı sonrasında Ortadoğu’da statüsü olmayan tek halk olarak kaldı. Lozan ve sonrasında İngiltere-Ankara anlaşması ile birlikte, Kürt halkın yüzyıllık özgürlük mücadelesi sadece egemenliği altında olduğu devletlere karşı olmadı, aynı zamanda bu statüsüzlüğü Kürtlere reva gören emperyalist güçlere karşı oldu. Çünkü emperyalist devletler, Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için kendi müttefik devletlerini hep desteklediler.

Ulusal sosyalizm paradigması adı altında Rusya, kendi bölgesel ve küresel çıkarları için Kürtleri değil, Arap BAAS milliyetçilerini tarihin birçok aşamasında açıkça destekledi. Primakov, Rusların Gözüyle Orta Doğu adlı kitabında da bu dış politikalarını itiraf etmişti: “Biz, Orta Doğu’da Kürtleri ve komünistleri değil, devrimci Arap milliyetçilerini destekledik…” Bu dış politikanın sonucunda, bugün artık BAAS rejimleri ve onları destekleyen Rusya’nın etkisinin tükenmekte olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Batı Avrupa ve ABD’nin bugün izlediği siyasetten anlaşılan ise, dün devletsiz bırakılan Kürtler ile çok devletli Arap ülkeleri arasında müttefiklik ilişkilerini geliştirmek istemektedirler.  İran, Türkiye ve Rusya’nın bölgedeki etkisini kırmak için bu yeni politika kendileri için stratejik önemdedir. Kürtlerin kendi devletlerini kurmak için bu tarihi fırsatı iyi değerlendirmeleri gerekir.

Kürdistan’ın Ortadoğu’daki jeopolitiği önemlidir. Kafkasya, Basra Körfezi, Hindistan ve Akdeniz ile bağlantı güzergahında bulunan Kürdistan’ın jeopolitik önemi bugün daha fazla açığa çıkmıştır. Üç kıtanın ticaret ve enerji yollarının üzerinden geçeceği bir coğrafyadır. Batılı güçlerin artık Kürdistan’ı Orta Doğu’nun kalbi gibi gördüklerini söyleyebiliriz.

Kafkasya’nın küresel güçler için önemi

Güney Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri, İngiltere ve ABD olmak üzere Fransa, Almanya ve İsrail için çok önemli bir jeopolitik bölge olarak bilinmektedir.

Avrupa ve Asya’nın yanı sıra Hazar, Akdeniz ve Karadeniz bölgelerinin kavşağında yer alan, siyasi ve ekonomik gelişmeler için elverişli coğrafyasından dolayı sürekli dünyanın en nüfuzlu devletlerinin dikkatini çeken Kafkasya, yeniden ABD, Rusya, İran, Türkiye ve Batı Avrupa devletlerinin menfaatlerinin çatıştığı bir coğrafyaya dönüştü. Hem bölge hem de küresel güçler Hazar’ın petrol ve gaz kaynaklarına sahip olmak ve bölgenin enerji kaynaklarının dünya pazarlarına sunulmasını belirlemek için rekabete başladılar.

Bu jeopolitik okumayı eğer doğru buluyorsak, buna engel olan, bariyer koyan, birinci derecede İran’ın coğrafik ve stratejik konumu ile birlikte ortaklık ilişkisi olan Rusya’nın kendisidir. İran, Ortadoğu ve Kafkasya arasındaki ticari güzergahların ve enerji koridorlarının birbirine bağlanmasında engelleyici bir bölge gücü konumunda durmaktadır. Bu nedenlerden dolayı Batı’nın hedefinde İran’ın hem Irak hükümeti üzerindeki hegemonyasına son verilmesi hem de İran’da Kürtler ve Azeriler esas alınarak ya federal bir sisteme geçiş ya da İran’da köklü bir rejim değişikliğiyle batılı devletlerin çıkarlarını önceleyen yeni bir rejimin inşası hedeflenmektedir. Böylesi bir durum en başta Doğu Kürdistan halkına derin bir siyasi nefes aldıracağı gibi, İran’ın bütününü etkileyecek bir sürecin eşiğine girilecektir. İdam rejimi olarak tarihe geçen Humeyni rejiminin yıkılması, genel olarak İran’da yaşayan tüm halkların yararına olacak, özelde de Kürdistan halkı ve onun ulusal kazanımlarının önündeki engeller önemli  oranda aşılmış olacaktır. Ve Kürdistan parçaları arasındaki ulusal ittifak ve ulusal inşanın zeminini güçlendirecektir.

Mackinder, 1904’te Kraliyet Coğrafya Derneği’nde yaptığı ünlü konuşmasında Orta Asya’yı (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan ve Azerbaycan’ı kapsayan bölge) Avrasya kara kütlesinin tam merkezi, “dünyanın jeopolitik ekseni” ve “ dünyanın kalbi” olarak tanımlamıştır.

Bu alanla ilgili jeopolitik düşünürlerin daha önce yaptıkları bazı tespitler bugün de önemli ölçüde geçerliliğini koruduğu için burada bir kaçının tespitlerini aktarmak istiyorum. Elbette bu alanla ilgili birçok düşünürün eserleri söz konusudur, ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında fazla öne çıkmış birkaç tanesinin tespitlerini burada aktaracağım.

Alfred Thayer Mahan, Nicholas Spykman, Halford Mackinder ve yeni dönemin önemli isimlerinden Zbigniew Brzezinski, Daniel Yergin’in küresel güçlerin egemenliği için önemli olan jeostratejik ve jeopolitik alanlar hakkında politik öngörüleriyle yaptıkları tespitler bize Kapitalist dünyanın egemenliği altında tarihin akış yönleri ve çatışma alanları hakkında fikir vermektedir. Mahan, 1902 yılında Arap Yarımadası’yla (Suudi Arabistan, Yemen, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Bahreyn ve Kuveyt’i içeriyor) Hindistan arasındaki alana “Orta Doğu” tanımlamasını yapan kişidir. Buna İran ve Irak’ı da dahil edersek herhalde yanlış olmayacak. Mahan’a göre, Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu küresel jeopolitik kaderin merkezi eksenini oluşturur. Mahan’ın deniz hakimiyet teorisi, 21. yüzyılda da jeopolitik rekabetin merkezinin neden Hint Okyanusu olduğunu ortaya koyduğu kanısındayım. ABD ve Çin’in rekabet merkezlerinin Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu olması bu gerçekliğe işaret ediyor.

Yine, Hollandalı stratejist Nicholas Spykman, 2. Dünya Savaşı öncesi Hint Okyanusu ve Pasifik Okyanusu kıyılarını, Avrasya üzerindeki etkisi açısından anahtar bölge ve Rusya’nın kara kuvvetlerinin izlenebileceği doğal bir alan olarak gördü.

Brzezinski’ye göre de Avrasya’ya hakim olma mücadelesi 21. yüzyılda dünyanın en önemli jeopolitik meselesi olacaktır. Bu bakış açısıyla, Ukrayna’nın yarattığı sürekli gerilimin Rusya’yı Avrasya’nın en büyük devleti ve stratejik öneme sahip aktörü statüsünden mahrum etmek anlamında önem taşıdığını vurgular. Brzezinski, Post-Sovyet coğrafyasında Ukrayna’ya, Güney Kafkasya’da Azerbaycan’a, Orta Asya’da Özbekistan ve Kazakistan’a özel bir önem vermek gerektiğini vurgular. Bu devletleri “özel aktörler“ olarak nitelendiren Brzezinski, ABD’nin bunlarla işbirliği yapmasını ABD-Rusya ilişkileri açısından da önemser.

Daniel Yergin yeni harita kitabında, doğalgaz ve petrol konusunda “Batı ekonomilerini ayakta tutan” Ortadoğu ve Körfez ülkelerinin İran’la rekabetinde, son yıllarda artan Doğu Akdeniz bölgesindeki gaz rezervlerinin dengeyi değiştirip değiştirmeyeceği yönündeki tartışmalara değinerek, ortaya çıkacak yeni krizlere ve meydan okumalara yönelik öngörülerde bulunmakta, çözüm önerileri sunmaktadır.

Bu jeopolitik uzmanlarının tespitleri esasen kendi ülkeleri için resmi politika önermeleri anlamına gelmektedir. Hemen hemen hepsinin jeopolitik öneminde ortaklaştığı bölgelerin başında Ortadoğu ve Kafkasya’nın geldiğini, son yıllarda buna Doğu Akdeniz’in de eklendiğini belirtmekte fayda var. Daniel Yeni haritaların oluşumunda enerji ve enerji koridorları üzerindeki egemenlik çatışmalarının sonucu belirleyici olacaktır.

Türkiye ve İran, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra hem Ortadoğu’da hem de Kafkasya ve Karadeniz havzasında ciddi bir rekabet içine girmişlerdir. Ancak, hiçbiri halen etkili ve kalıcı bir üstünlük kuramamıştır. Bu iki bölge devleti Kürdistan meselesi hariç diğer tüm alanlarda sürekli birbirine engel olmakta, biri diğerinin güçlenmesine izin vermemektedir. İran bölgedeki Şii nüfus üzerinde, Türkiye ise Sünni nüfus üzerinde hegemonya kurma siyasetini izlemekte ısrarcı oldular. Bu iki ülkenin Kürdistan meselesinde izledikleri politikaların ise nüans farklılıklarla birlikte hemen hemen aynı olduğunu söyleyebiliriz. İran idamlar rejimi, Türkiye de darbeler rejimi olarak tarihe geçti.

Günümüzde dünya siyasetinin gündemini belirleyen siyasi, askeri, ekonomik ve diplomatik ilişkiler hem egemenlerin hem de muhaliflerin öncelikli gündemini belirliyor. Bu süreç öyle görünüyor ki 21. yüzyılın ortalarına kadar devam edecektir.

Kürtler kendi ulusal özgürlüklerini kazanmak için halen fırsatı kaçırmış değiller. İki parçada önemli kazanımlar elde edilmiş olmakla birlikte, Kürtlerin bir bütün olarak ulusal gelecekleri onların da geleceğinde belirleyici olacaktır. Günümüzde Kürdistan siyasetinin hala parçalı bir durumda olduğu gerçeğinden hareketle, Kürt hareketinin acilen kendi içinde eş güdümlü çalışabileceği bir yapıya ihtiyacı vardır. Her zamankinden daha fazla birliğe, dayanışmaya ve ortaklaşmaya ihtiyaç vardır. Kürtler eğer bu tarihsel trendi de kaçırırlarsa bir daha ulusal özgürlükleri için küresel düzeyde müttefik bulmak mümkün olamayabilir. Bu nedenle Kürt hareketinin her parçada kendi arasında birliğe, dayanışmaya ve ortak hedeflere kilitlenme zamanıdır.

16.06.25

Nusrettin Maçın

Not: Bu yazı yazarın onay ile, yazarın Facebook sayfasından alınmıştır.

Diğer Başlıklar

GÜNÜMÜZ DÜNYA GERÇEKLİĞİ VE ANTİ EMPERYALİST DURUŞ! Hamit BALDEMİR

GÜNÜMÜZ DÜNYA GERÇEKLİĞİ VE ANTİ EMPERYALİST DURUŞ Emperyalizimin tanımı kısaca şöyledir; tekelci kapitalizm. Lenin, emperyalizmin …

Yeni Paradigma Bağlamında Kürt Sorunu ! Denge WELAD

Yeni Paradigma Bağlamında Kürt Sorunu ! Türkiye’de devletin Kürt politikasında son dönemde gelişen yönelimler, “yeni …

BASKI VE SALDIRILARA KARŞI DEMOKRASİ VE BARIŞI SAVUN! Serhat ÇETİNKAYA

BASKI VE SALDIRILARA KARŞI DEMOKRASİ VE BARIŞI SAVUN! Serhat ÇETİNKAYA Dünya genelinde, faşist ve otokrat …

Bi Xêr Hatî Newroz! Xer ama Newroz!Hoş Geldin Newroz! XETA SOR

Bi Xêr Hatî Newroz! Xer ama Newroz! Hoş Geldin Newroz! Sevgili Kürdistan halkları ve dostları, …