Yeni Paradigma Bağlamında Kürt Sorunu !
Türkiye’de devletin Kürt politikasında son dönemde gelişen yönelimler, “yeni paradigma” kavramsallaştırması çerçevesinde ele alınmaktadır. Kapitalist üretim ilişkileri, sosyalist hareketlerin tarihsel seyrinden Kürt ulusal hareketine uzanan çok katmanlı bir süreç analiz edilmektedir. Ekim Devrimi’nin dünya çapındaki etkileri, reel sosyalizmin çözülüşü sonrası yaşanan toplumsal ve siyasal dönüşüm süreci, işçi sınıfı ve sosyalist hareketlerin konumuyla birlikte değerlendirilmektedir. Kürt ve Kürdistan sorunu, ulusal sınırların ötesine taşan bölgesel ve uluslararası boyutlarına odaklanarak, Sömürgeci, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu duruma karşı geliştirdiği stratejik yönelimi eleştirel bir perspektifle tartışmaktadır.
Toplumların tarihsel gelişiminde dinamik sınıflar ve hareketler daima belirleyici rol oynamıştır. Kapitalizmin serbest rekabetçi döneminde bu dinamik kesim işçi sınıfı olurken, sosyalist hareketlerin yükselişiyle birlikte işçi sınıfı, toplumsal devrimin öncü gücü konumuna gelmiştir. Ekim Devrimi ile doruğa çıkan bu süreç, 20. yüzyıl boyunca sosyalist iktidar deneyimleriyle şekillenmiş ve dönüştürmüştür. Ancak 1990’larla birlikte reel sosyalizmin çözülmesi, bu dinamikte ciddi kırılmalar yaratmıştır. Aynı dönemde Kürt ulusal hareketi, hem Türkiye içinde hem de bölgesel ölçekte giderek yükselen bir güç haline gelmiştir.
Kürt sorunu, Türkiye’nin sınıfsal, tarihsel ve politik yapısının en derin fay hatlarından birini oluşturmaktadır. Bu sorun yalnızca bir “etnik azınlık” sorunu değil, aynı zamanda sömürgeci ilişkilerle örülmüş, ulusal bir sorundur. Kuzey Kürdistan’da yüzyılı aşan bir süredir süren inkâr, asimilasyon, bastırma ve savaş politikaları; bu ulusal sorunun çözümsüzlüğünün sistemle ne denli iç içe geçtiğini gözler önüne sermektedir.
Komünist hareketin görevi, bu sorunu görmezden gelmek veya liberal bir zeminde ele almak değil, aksine Marksist-Leninist teori doğrultusunda, devrimci sınıf mücadelesinin ayrılmaz bir parçası haline getirmektir. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkı, Özgür Demokratik Bağımsız Kürdistan Halk iktidarı şiarı, işçi sınıfının birliğinin, diğer emekçi sınıf katmanlarıyla birleşik halk cephesi yaratılması, ancak bu hakkın savunulmasıyla gerçek bir enternasyonal dayanışma ve ortak birleşik devrimci mücadele ile mümkündür. Kuzey Kürdistanlı Komünistler olaylara bütünlüklü yaklaşırlar. Kürdistan ulusal özgürlük ve sosyalizm mücadelesi bütünlüklü bir mücadeledir ve sosyalizmi hedefler.
Reel sosyalizmin çöküşü, işçi sınıfı ve komünist partilerde ciddi savrulmalara neden olmuştur. Sosyalist hareketin kimi özneleri sosyal demokrat kanallara yönelmiş, kimileri ise ulusalcı ve sosyal şoven çizgilere savrulmuştur. Bu süreçte oluşan boşluk, yeni politik güçlerin yükselişine zemin hazırlamıştır. Kürt ulusal hareketi bu boşluğu dolduran en önemli toplumsal dinamiklerden biri olarak öne çıkmıştır.
Kürt halkının tarihsel mücadelesi, özellikle 2000’li yıllarda uluslararası düzeyde de görünürlük kazanmıştır. Güney Kürdistan’da kurulan federe yapı, Batı Kürdistan’da (Rojava) gelişen özyönetim deneyimi ve Doğu Kürdistan’da olası gelişmeler, Kürt meselesini artık bölgesel bir sorun olmaktan çıkarıp küresel siyasal tartışmaların merkezine taşımıştır. Bu dönüşüm, Sömürgeci Türkiye Cumhuriyeti devleti‘nin geleneksel “Kürt politikası”nı yeniden tanımlama ihtiyacını doğurmuştur.
AKP-MHP faşist iktidarı, Kürt meselesini yeniden tanımlama çabası içinde, “terörle mücadele” söylemi üzerinden bir “yeni paradigma” inşa etmeye yönelmiştir. Bu paradigma, Misak-ı Milli sınırları içinde Kürt halkının varlığını reddeden, Kürt siyasi partilerinin meşruiyetini yok sayan ve Kürt ulusal mücadelesini kriminalize eden bir çizgidedir. Bu stratejik yönelim, yalnızca PKK’nin tasfiyesiyle sınırlı değildir; Kürt kimliğini temsil eden her türlü örgütlü yapıyı yok sayan bir yaklaşımı da içinde barındırmaktadır.
Rojava’daki özerk yapı tartışmalarının ivme kazanması ve Güney Kürdistan’ın federe statüsünü koruması, Türkiye devletinin bu yeni paradigma çerçevesinde ön alıcı bir stratejiye yönelmesini beraberinde getirmiştir. Bu bağlamda, “Kürtsüzlük” stratejisi, olası bir Doğu Kürdistan hareketlenmesine karşı da bir tür önleyici politika olarak şekillendirilmektedir. Devletin bu yönelimi, bölgesel denklemde Kürt halkının statü arayışını engellemeye dönük uzun vadeli bir planın parçası olarak değerlendirilmelidir.
Türkiye’deki mevcut iktidar yapısı, Kürt sorununun uluslararası düzleme taşınmasını önlemeye yönelik olarak yeni bir siyasi paradigma inşa etmektedir. Bu paradigma, yalnızca askeri veya güvenlik politikalarıyla sınırlı değildir; aynı zamanda ideolojik, kültürel ve siyasal bir mühendislik sürecini de içermektedir. Ancak Kürt ulusal hareketinin tarihsel derinliği, toplumsal tabanı ve bölgesel dinamiklerle kurduğu ilişki, bu paradigmanın başarı şansını ciddi biçimde sınırlamaktadır. Önümüzdeki süreçte Kürt sorunu, hem Türkiye iç politikasını hem de bölgesel siyasal dengeleri belirleyen temel meselelerden biri olmaya devam edecektir. 14 Nisan 2025