GÜNÜMÜZ DÜNYA GERÇEKLİĞİ VE ANTİ EMPERYALİST DURUŞ
Emperyalizimin tanımı kısaca şöyledir; tekelci kapitalizm. Lenin, emperyalizmin özelliklerini beş maddede toplar veya beş maddede açıklar. Onun en önemli özelliği yayılmacılıktır. Lenin bunu şöyle özetler; “paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşmak”. Emperyalist devletler, kendi devlet sınırları dışında olan geri kalmış ülkeleri sömürgeleştirmek için işgal, istila ve ilhak savaşları başlatır. Eğer, dünyada paylaşılmamış bir toprak parçası kalmamış ise, bu paylaşılmış dünyayı yeniden paylaşmak için paylaşım savaşlarına girişir. İşte, birinci ve ikinci dünya savaşı. Bugünde farklı biçimde başlatılan üçüncü dünya savaşı gibi. Hele İsrail’in uluslarası emperyal güçlerin desteğiyle İran’a saldırısı. Bu savaşı yeni bir aşamaya taşımış ve bu duruma yeni bir boyut kazandırmıştır. Burada amaç, işgal ettiği veya sömürgeleştirdiği ülkenin yeraltı ve yerüstü zenginliklerine el koymaktır. Ayrıca, kendi burjuvazisine yeni pazarlar yaratmak; ucuz iş gücü, ucuz toprak ve ucuz hammadde bulmaktır. Önemli stratejik alan, ticaret yollarını (kara ve deniz) ve zenginlikleri denetim altına almaktır. Bütün bunlar, “masum istekler” gibi sevimli bir söylemle (!) haklı gösterilmeye çalışılsa da bu bir zorbalıktır; işgaldır ve ilhaktır. Biçim ne olursa olsun.
Elbette, sömürgecilik emperyalist sistemle başlamadı. Köleci toplumla başlayan sömürgecilik feodal toplumun şartlarında yeniden üretildi, Kapitalist ve emperyalist sistemle farklı boyutlarda yeniden güncellendi. Yani sınıflı sömürücü toplumla birlikte, sömürgecilikte tarih sahnesine çıkmıştır. Her sömürgeciliğin değişmeyen özelliği; işgal ve istila ettiği ülkelerin maddi ve manevi zenginliklerine elkoymak; halkların dönemin özelliklerine ve sistemin ihtiyaçlarına göre emeğini sömürmektir. Bu bazen halkları köleleştirerek zenginliklerini talan etmek ve emeğini sömürmek; bazen haraca bağlayarak yasal devlet haline getirmek; bazen ucuz iş gücünden, ucuz hammadesinden ve ucuz toprağından faydalanmak ve kendi burjuvazisine pazar yaratmak şeklinde somutlaşır. Günümüzde işgal ve istila biçim değiştirmiştir; meta ve sermaye ihraci hakeza biçim ve yer değiştirmiştir. Hatta, sermaye ihracı fabrika ve teknik ihracıyla yeni boyutlar kazanmıştır. Neyse, elbette burada niyetim; sömürgeciliği ve emperyalizmi tüm boyutlarıyla anlatmak değildir. Ancak konumuzun anlaşılması için kısaca değinmekte yarar vardı.
Bilindiği gibi 1870`lerden sonra, kapitalizmin kapitalist-emperyalist aşamaya evrilmesi ile sömürgeciliğin klasik biçimi yanında yar-sömürgecilik sistemi tarih sahnesine çıktı. Yani işgal ve istila yerine sermaye ihracı ile ekonomik bağımlılık yaratarak geri kalmış ülkeleri kendine bağımlı hale getirmek ve gerekirse oralara asker çıkartmak şeklinde ifade buldu. Bu dönemde klasik sömürgecilik ve yarı sömürgecilik bir arada idi. Ki, bu yarı sömürgecilik bazen işgal ve istila ile sonuçlanabiliyordu. Bu aynı zamanda paylaşılmış dünyanın yeniden paylaşmasını da gündeme getirdi. Bunun en somut örneği, birinci ve ikinici paylaşım savaşlarıdır. Eski sömürgeci ve emperyalist devletler; paylaşılmamış alan bırakmadıklarından; sonradan emperyalistleşen kapitalist devletler, kendi emperyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla eski emperyalist devletlerden sömürge kapmak için dünyanın yeniden paylaşımını başlatılar. Yani emperyalist paylaşım savaşlarını… Bu paylaşım savaşları elbette sadece emperyalist güçlerin ordularının kapışması ile sınırlı değildir; ezilen ve sömürge halkara savaş açmak ve onları yeniden işgal ve istila şeklinde de ifade buluyordu. Daha çok sömürge halkların topraklarında bu savaşlar olur. Tıpkı günümüzde olduğu gibi. Emperyalistler, metropollerde kendi aralarında savaşmak yerine, ezilen ve sömürge halkların topraklarında kapışırlar. Tabi bazende direkt kendi topraklarında savaştıkları da çok olmuştur. Kapitalist emperyalist dönemin de, kendine özgü ihtiyaçından kaynaklı sömürgecilikte biçim değiştiyor. Dönemsel gereksinmelere karşılık verecek ve kendisi için en karlı sömürgeci tarz geliştirdi. Başka bir anlatımla; onlar için daha karlı olan sömürgeci biçimlerine geçildi.
Halkların ulusal uynanışı ve sömürgeciliğe başkaldırması ile emperyalizmin ihtiyaçları klasik sömürgecilik (ki, bu köleci, feodal ve kapitalizmin sermayenin ilkel birikiminin bir sistemi idi.) yerine farklı sömürgeci yöntemler geliştirildi. Klasik sömürgecilik emperyalizme pahalıya mal olmaya başlamıştı. Ayrıca, başka halkları veya geri kalmış devletleri direkt işgal ve istilayla sömürgeleştirmek ve sürdürmek hem zordu ve hem de pahalıya mal oluyordu. Çünkü halkların ulusal mücadele için başkaldırları, bu sömürgeci sistemin tarihsel sürecini doldurduğunun işareti idi. Bu kez, klasik sömürgeciliğin yanında bir de yarı sömürgeciliği geliştirdiler. Yarı sömürgecilik bir boyutu ile klasik sömürgeciliğe bir hazırlık görevi görüyordu.
Birinci Dünya Savaşı ve SSCB’nin Doğuşu
Bu süreç birinci paylaşım savaşı ile sonuçlandı. Paylaşımda ve emperyal bir güç olmaktan gecikmiş Alman emperyalizmi, paylaşılmış dünyadan pay almayı dayatınca, savaş kaçınılmaz oldu. Ne var ki, evdeki hesap çarşıdaki hesaba uymadı. Bu savaş Alman emperyalizmin ve mütefiklerinin yenilgisyle sonuçlandı. Çarlık Rusya’sın da yeni bir çağ açan sosyalist devrim gerçekleşti. Bu emperyalistler için adeta şok etkisi yarattı. Bu şok Rusya`da bir sosyalist devletin doğuşu idi.
17 Ekim Sosyalist Devrimi dünyada bir ilkti. Bu durum bütün hesapları alt üst etmekle kalmadı; emperyalizmi yeni sömürgeci yöntem arayışlarına itti. Hem kendi kapitalist dünyasını sağlama almak; sömürgelerinin ulusal kurtuluş savaşlarını engelemek; sömürgeci statüyü korumak ve yarı bağımlı ülkelerin sosyalist ülkenin etki alanına girmesini engellemek… Halklar için umut olan sosyalist devrim; emperyalist ve kapitalist ülkelerin ezilenlerini de etkiliyor ve kapitalist sisteme karşı uyanışını tetikliyordu. Bu durum emperyalistleri sarstığı gibi, onları yeni arayışlara da sürükledi. Yeni bir çağ başlamıştı; “kapitalizmden sosyalizme geçiş, yani proleterya devrimler ve ulusal kurtuluş mücadeler çağı!..” Bu savaşta Alman emperyalizmi kayıp etmişti ve bir sosyalist devrimin doğuşuna koşullar yaratmıştı. Emperyalist savaşın sona ermesinden sonra; sosyalizmin yarattığı etki ve moral değer; dünyanın her yerinde sömürge ve yarı sömürge halkların; ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelerini yükseltilmesine yol açtı. 1945`lerden 1970`lı yıllar adete sömürge halkların sömürgeciliğe savaş yükseltme ve devrim yılları oldu. Bu arada emperyalist ihtiyaçlar ve emperyalist aktörler de yer değiştiriyordu. Dünyada anti sömürgeci ve ulusal kurtuluş savaşları karşısında gerileyen eski emperyalist devletlerin (İnglizler, Fransızlar ve diğerleri) bıraktığı yerlere ABD yerleşiyordu. ABD yeni bir emperyalist güç olarak tarih sahnesinde boy vermeye başlamıştı. Emperyalist sistemi adeta toparlıyor ve geç kalmış dünya paylaşımından payını alıyordu. Ancak dünya eski dünya değildi. Karşısında bir sosyalist devlet vardı; SSCB… Buna rağmen klasik sömürgecilik, halkların başkaldırısına rağmen sistem olarak tam tasviye edilemedi. Yarı sömürgecilik giderek yaygınlaştı. Kapitalist emperyalist kampta yer alan geri kalmış ülkelerin hepsi yarı sömürge ilişkilerinin içine girdiler veya emperyalistlerce bu ilişkilere mecbur bırakıldılar. Halklara rağmen, işbirlikçi egemenler bu sistemde kalmayı kendileri için daha yararlı gördüler. Ha bu arada, 1. Paylaşım savaşının önemli bir sonucuda, Osmanlı İmpartorluğunun dağılması ve onun yıkıntıları üzerinde bir Kemalist devletin kurulması oldu. Yani resmi adı Türkiye Cumhuriyeti olan bir devlet (T.C). 17 Ekim sosyalist Devrimi`nin yarattığı elverişli koşullardan faydalanan Mustafa Kemal, kendisinin önderliğindeki egemenlerle, yeni bir tip devlet kuruyor. Faşist devletin ilk örneği. O zaman, Türkiye burjuvazisi emperyalist bir konum ve güçte değildi. Hatta yok gibi idi. Feodal bir imparatorluktan geri kalan topraklar üzerinde faşist devletin bir pro tipi olan bir devlet doğdu. Sömürgeci ve ırkçı bir devlet. Ama, o günün koşullarında, kendini hem sosyalist devlete ve hem de ittifaklarına demokratik burjuva devleti; yani kurduğu devleti “burjuva demokratik devrimi” diye kabul ettirdi. Ya da uluslarası durum bunun böyle anlaşılmasını istedi. Özellikle SSCB onun karşı devrimci burjuva niteliğini bildiği halde ilerici burjuva devrimi olarak tanımladı. T.C. Zaten emperyalist ülkelerce kabul görmüştü. Oysa, Misaki Milli sınırları içinde kalan halkaları Türk egemen kimliği içinde eriterek bir Türk burjuva uluslaşma sürecini başlatılıyordu. İttihat ve Terakki`nin Ermeni soykırımı ile başlattığı süreci Kemalizm, Karadeniz`de Rumları katlederek devam ettirdi. Bu Kürd ve Alevi Kürd katliamı ile doruğa çıktı. Ve bu süreç; İstanbul ve İzmir gibi Rum nufusunun yoğun olduğu yerlerde Rum/Yunan nufusunu katlederek ve göçe zorlayarak süreklileştirildi. Gayri müslüminlere yönelik bu imha hareketi aynı zamanda sermaye birikimini elinde tutan gayri müslim halkların zenginliklerine el koymayı da hedefliyordu. Ki bu katliamlar için önemli bir etkendi. Bu Türk olmayan nufusu Türkleştirme veya katletme süreci bugünde devam ediyor.
İkinci Dünya Savaşı Ve Sosyalist Sistemin Doğuşu
1.Paylaşım savaşında, amacına ulaşamayan ve yenilen Alman eperyalizmi, bu arada toparlanır toparlanmaz; dünyanın yeniden paylaşımını gündeme getirdi. Bu kez, Faşist Hitler`in önderliğinde. Almanyadaki Yahudileri, komünistleri tasfiye ettikten sonra, emperyalistlerin sessiz onayı ile SSCB`yi hedef aldı. Polonya işgali ile 2. Paylaşım savaşı resmen başladı. Hitler veya Alman emperyalizmi bu savaşta SSCB`yi zayıf halka gördü ve Moskova önlerine kadar geldi. Onun da kaderi, bu savaşta Napolyon`dan farklı olmadı. Hatta beteri oldu. SSCB Kızılordusu, Moskova önlerine dayanan Faşist Alman ordusunu büyük bir fedekarlık ve kahramanlıkla püskürtü. Faşizmin başkentine kadar Hitler`in faşist ordusunu kovaladı. Bu sürece kadar T.C Hitler ile ilişkilerini devam ettirdi ve lojistik destek sundu. Boğazları açtığı gibi kimi savaş malzemelerinin hammaddesinde yardımda bulundu. Emperyalist devletler, Hitler Faşizminin yenilgisinin kaçınılmazlığını farkedince, hemen anti faşist (!) oldular ve Hitler faşizmine sözde savaş ilan ettiler. Ha bu arada, Kızıl ordu Doğu Almanya`ya kadar gidince, Türkiye`de son dakkika golunu atarak (!) Almanlar`a kağıt üzerinde savaş ilan etti. İngiliz ve ABD emperyalizmin müdahalesi ile Kızıl Ordu Doğu Berlin`de durmak zorunda kaldı. Bu savaşın sonunda bir sosyalist sistem doğdu. Dünyanın üçte birinde sosyalizme geçildi. Bu savaşta insanlık ağır bedeller ödedi tabii. Savaşın korkuç bilançosu: kimi 40 milyon kimi 50 milyon insanın öldüğünü söylüyor. Bunun yarısı SSCB vatandaşlarıdır. Bu kez dünya, ABD ve müttefiki İngiltere ile SSCB arasında paylaşılıyor. Bu paylaşımda, bazı halkların devrimi uluslarası durum gerekçe gösterilerek feda ediliyor. Süreci yanlış okuma ve kimi zorunluluklar yanlış ve istenmeyen sonuçlara neden oldu. Ancak Sosyalist veya demokratik devrim Rusya`dan Doğu Avrupa`ya, Berlin`in yarısına kadar yayıldı. Bu az bir başarı değildi.
Kızılordu`nun bu başarısı, kapitalist-emperyalist sistem için bir kabus olsa da, ezilen ve sömürge halklar için bir umut ve moral oluyordu. Amerika kıtasından Asya`ya, Asya`dan Afrikaya dalga dalga ulusal kurtuluş mücadeleri filizleniyor. Emperyalist pazarlar önemli oranda eksiliyor ve bir çok ülkede ulusal uyanışlar gerçekleşiyor. Emperyalsitlerin yayılmacı alanı epey sınırlanınca, onlarda kendilerini yeniliyor. Burjuva demokrasisinin sınırlar genişletiliyor, sömürü içtende derinleştiriliyor ve sosyal alanlara yatırımlara yöneliniyor. Emperyalist metropollerde yaşam standartları yükseltiliyor. Burjuva demokrasisinin sınırları genişletliyor. Ayrıca, emperyalizmin derinlenmesine sömürü ihtiyacı ve gelişen teknoloji sömürgecilik biçiminde de değişiklikler yaratıyor. Emperyalistler ikinci dünya savaşında SSCB’nin faşist ordu tarafından yıkılmasını beklerken, dünyanın yeniden paylaşımından sosyalistler zaferle çıkıyor. Doğu Avrupa demokratik halk devrimlerine-sosyalizme geçiş yapıyor. SSCB dünyanın önemli bir gücü haline geliyor ve yıkılmazlığını kanıtlıyor. Emperyalizm bu kez yarı sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe geçiyor.1960`larda (ki, buna üçüncü emperyalist bunalimi da deniyor) sermaye ve meta ihracı yanında teknoloji ve fabrika ihracı (montaj üretimde) öne çıkıyor. Yarı sömürge ülkelerde işbirlikçi ve komprador burjuvazinin işbirlikçi tekelci burjuvaya dönüşmesinin önü açılıyor. Yarı sömürgelere, ekonomik bağımlılık; teknolojik, sermeye ihracı yanında hafif sanayi ihracı yaparak bağlılık güçlendiriliyor ve sömürü derinleştiriliyor. Bu bağımlı ülkelerde, işbirlikçi tekelci burjuvazisin oluşumuna olanak yaratıyor. Başka bir ifade ile yarı sömürgecilik yerini yeni sömörgeciliğe bırakıyor. Böylece, yarı fedaol üretim biçimi, işbirlikçi tekelci kapitalizme dönüşüyor. Bu yeni sömürge ve sömürgeci ilişkisi yanılsamalı ve görece bir siyasi “bağımsızlık” yaratıyor. Bu bağımsızlık elbetteki, emperyalizmin çıkarlarının ve politik izininin sınırlarını aşan bir bağımsızlık asla olmadı.
Bu süreçte, artık ABD dünya emperyalist kapitalist sistemin tek lideri olarak öne çıktı. Başka bir ifade ile dünya kapitalist sistemin jandarmalığını üstlendi.
İngiltere, Fransa, İtalya, İspanya ve diğer sömürgeci devletlerin; sömürge halkların ulusal kurtuluş mücadelesine yönelmesiyle gerilediler. Kapitalist gelişmesinin eşitsiz ve sıçramalı gelişim yasası da yeni emperyal gücün tarih sahnesine çıkmasını sağladı. En önemlisi, bu emperyalistler; ulusal kurtuluş mücadelesi veren sömürgeler karşısında gerilediler ve bir çok sömürgesini ABD`ye bıraktı. Bunun en tipik örneği Vietnam`dır. Dünyanın dört bir yanında halkların bağımsızlık kavgalarını bastırmaya ve sömürgeciliği devam ettirmeye ve komünist hareketleri engellemeye çalışan ABD, soğuk savaşı giderek tırmandırdı. Emperyalistlerin jandarmanlığına soyunan ve ezilen halkların bağımsızlık ve demokrasi ile sosyalizm mücadelesini bastırmaya çalışan ABD, doğal olarak halkların ve sosyalistlerin baş düşmanlığını haketti.
Türkiye Sol Ve Sosyalistlerin Anti Emperyalistliği Ve Anti Amerikancılığı
Anti-emperyalistliğin veya anti Amerikancılığın Türkiye`de gelişmesi, Türkiye`de çok partili sisteme geçişle aynı döneme rastlar. Kemalizmin muhafazakar kanadı CHP`den ayrılarak kendi partilerini kurar. Bu çok partili sistem burjuvazi arası bir demokratik mücadelesi veya halkın demokrasi sonucu olmadı. Dünyada faşizmin yenilgisi ve sosyalist sistemin oluşması; kapitalist sistemi yeni yapılanmaya bir takım düzenlemelere zorladı. Türkiye de bu süreçte seçimini yapmak zorundaydı. Artık sosyalist sistem ile kapitalist sistem arasındaki çelişkiden faydalanarak konumunu sürdürmesi kendisi için tarihi sona ulaşmıştı. Bu hem emperyalistlerin hoşuna gitmiyordu ve hem de 2. Paylaşım savaşında T.C`nin Nazilerle zimmen ittifakı ve Nazilere desteği SSCB tarafından hiç sevimli bullunmamıştı. Çıkarları emperyalist sistemle örtüşen Türkiye egemenleri tercihini elbette emperyalizmle işbirliğine yaptı. Bunun de bedeli, katı Kemalist tek partili sistemden güdümlü çok partili sisteme geçiş oldu. Bu yeni partilerden öne çıkan Adnan Menderes`in Demokrat Partisi, Türkiye halklarının Kemalizm`e olan tepkisini arkasına alarak iktidar oldu. 1950`nin başında NATO`ya üye oldu ve ABD ile sıkı bir işbirliğine girdiler. Kore devrimini bastırmak için Türkiye asker gönderdi. Bu aynı zamanda, Türkiye`nin ABD ile yeni sömügeci ilişkilerin önünü de açıyordu.Yarı sömürgecilikten yeni sömürgeciliğe süreç işliyordu. İktidarı kayıp eden İnönü, kendini sosyal demokrat (!) ilan etti. Dahası solcu ilan etti. Ve sağcı Adnan Menderes`e karşı solculuğu kullandı. Böylece, bir taşla iki kuş vurmuş oluyordu. Hem solcu ve sosyalistleri etrafına toplayacak, hem de anti emperyalist demogojisi ile Menderes`e kaptırdığı koltuğunu yeniden kazanacaktı. Bu durumda Adnan Menderes işbirlikçi, İnönü demokrat oluyordu (!) Bu demogoji bir yanılsama yarattı. Devrimci gençlik gerçekten, Kemalizm`in ve Mustafa Kemal`in anti emperyalist ve solcu olduğunu sanıyordu. Bu yanılsama maalasef hala devam ediyor. Pardon sadece devrimci gençlik değil, kendine sosyalist ve komünist diyenler bile Atatürk`ün ilerici ve anti emperyalist olduğunu düşünüyordu. Ki, hala böyle düşünen az değildir. 1950`lerden günümüze kadar anti emperyalistlik ABD ile özdeşleşti. Bu anti Amerikancılığı güçlendiren bir başka etken de dünyanın konjonktürel durumu idi. Çünkü ABD, ezilen halkların lanetini halkların iradesine müdahele ederek üzerinde toplamıştı. Ve sosyalist sistemle soğuk bir savaş içindeydi. Elbette, anti emperyalistlik ve anti Amerikancılık haklı bir duruştur. Bununla birlikte dünyada, Türkiye sol ve “sosyalistlerin” önemli bir kesimi tarafından bu anti Amerikancılığı manüple eden ve amacından saptıran başka bir sol yoktur sanırım.
Sağcılar / faşistler, anti Amerikancıları komünist ve vatan haini görüyor; solcular ise Musfafa Kemal`in kurduğu devleti ABD`ye peşkeş çeken sağcılardan / Adnan Mederes`ten kurtarmaya çalışıyordu. Kemal`in sol elini kaldırdığı resimli rozet solculuğun sembolu yapılmıştı. Bu kavgayı, İnönü ve Kemalist kesim zevkle izliyordu. Avrupa devrimci gençlik hareketi, bilinen adıyla “68 kuşağı” ve Vietnam ulusal kurtuluş mücadelesi anti emperyalistliği tetikliyor ve gençliği yeni arayışlara sevk ediyordu. Tehlikeyi sezen Türkiye burjuvazisi, bu güdümlü çok partili sisteme bir çeki düzen verme gereğini hissetti ve bilenen 1960 darbesi gerçekleşiyor . Adnan Menderes ve iki bakanı idam ediliyor. Ve 1961 Anayasası yapılıyor. Bunu bir sol darbe olarak gören Türkiye sol ve sosyalistleri (!) bir kez daha ordu ve İnönü şahsında Kemalizme hayran kalyor. Oysa, o anayasa yine sömürgeci, ırkçı ve ayni zamanda faşist karekterde idi. Diğer anayasadan görece bazı burjuva demokratik haklar içermiş olsa da, sömürgeci ve anti komünist özelliğini olduğu gibi koruyordu. Fakat bu anayasaya çok anlam ve önem yüklediler. Hem de sol ve sosyalistler tarafından. `60 darbesini yapan askerler, iktidarı Atatürk`ün partisi CHP`ye ve onun arkadaşı İnönüye devrettiler. Böylece sol ve sosyalist kesimin nezdinde, ordu ilerici ve anti emperyalist imajını güçlendiriyor; CHP ise sosyal demokratlık (!) mertebesine ulaşıyor. Bu Kemalist ideolojik zehir; ezici çoğunluğu, Kemalizm`in etkisinden bir türlü kurtulamamış Türkiye sol ve sosyalist saflarına daha derin nüfuz etti.
Türkiye Gençlik Hareketi Ve Kemalizm
1968 ve 1970`lerde Türkiye devrimci gençlik hareketi zirvede. Mahir ve Deniz`ler reformizmden kopuşu gerçekleştiriyor. Sosyalizme yöneliniyor. Silahlı ve devrimci halk savaşını mücadele biçimi olarak tercih ediyor. Bu Türkiye devrimci hareketi için önemli hatta devrim niteliğinde bir gelişmedir. Devrimci gençlik mücadelesinin siyasi ve radikal bir çizgiye evrilmesi burjuvaziyi ürkütüyor. Bilinen 12 Mart Muhturası… Mahirler Kızılderede katlediliyor; Deniz onlar idam ediliyor. İdama, sağcı / faşist partilerle birlikte solcu sanılan ama faşist bir ideolojiye sahip olan CHP`de idamı onaylıyor. Çünkü bunlar faşist düzenin farklı partileridirler. Ama ayni yolun ve ideolojinin temsilcileridirler. Başka bir tavır beklemek öküzün altında buzağı aramak olur. Gerçi, sol ve sosyalist oldukları iddiasında olanların ezici çoğunluğu öküzün altında hep buzağı aradılar. Şunu da belirteyim, Türkiye`nin gerçek sol ve sosyalistlerini bu belirlemenin dışında tutuğumu özelikle vurgulamak istiyorum. Malesef, Türkiye sol ve sosyalistleri; Kemalist çizgisinin takipçilerinin, Atatürk ve Atatürk sonrası dönemde; Rumları, Kürtleri, gayri Müslimleri, komünistleri katlederek iktidarlarını pekiştirdiklerini unuttular. Örneğin Mustafa Suphileri Karadenizin derinliklerine gömmen Kemal olduğunu akıllarına bile getirmek istemediler. Kaldı ki, Mustafa Suphi ve arkadaşları, Mustafa Kemal`e yardımcı olmak için yola çıkmışlardı. Zira, onlara göre, Kemalizm ve kurduğu cumhuriyet ilerici idi. Yani onlar, aslında Kemalizme sempatiyle bakan, hatta komünist olmaktan çok Kemalisttiler. Türkiye solu, değer devrimci, demokratların da katledilmesini görmezden geldi. Kürdistan`daki ulusal direniş ve başkaldırılar gerici hareketler olarak gördüler. Bu harekteleri ilerici Kemalizme karşı çıkan birer karşı devrimci hareket olarak değerlendirdiler. Kemalizmin sol ve sosyalist kişi ve hareketlere nasıl nüfuz ettiği açısından bir örnek. Denizlerin mahkemelerde tam bağımsız Türkiye`yi savunmaları bir anlamda Kemalizmin savunulması idi. Kemalizmin kurduğu devletin tam bağımsız bir devlet olduğuna inaniyorlardı. Denizlerin, “biz 1961 Anayasasının uygulamasını istiyoruz” demeleri; Denz’in cezaevinde annesine yazdığı mektupta Kemalist olduğunu gururla dillendirmesi ilginçtir. Sömürgeci ve ırkçı anayasanın sosyalizm adına savunulması Kemalizmin etkisini çarpıcı bir biçimde göstermektedir. Mahir Çayan`ın “Kemalizmin anti emperyalsit ve ilericidir” belirlemesi ha keza. Türkiye devrimci hareketin liderlerinden Kemalizmle hesaplaşan ve onu aşan tek lider İbrahim Kaypakkaya`dır. Onun hakkını teslim etmek gerekiyor. Kemalizmi faşizm olarak tanımlayan İbrahim Kaypakkaya, sadece Türkiye devrimciler arasında ilk değildir; Kürdistan devrimci ve sosyalistleri içinde de ilktir. Buna rağmen Deniz Gezmiş idam sehpasında, yaşasın Kürt ve Türk halklarının kurtuluşu da diyebilmektedir. Bu Kemalist etki elbette onların tarihsel misyonlarına zeval getirmez. Gençtiler ve Kemalizmin etkisinden tam kurtulamamışlardı ama önemli bir devrimci çıkışın temsilcileri idiler. 1970 ve sonrası, Mahir ve Deniz`in takipçileri olan devrimci ve sol hareketlerin ancak azınlık bir kısmı enternasyonalist bir çizgi yakaladı. Maalesef, Türkiye solunun geri kalanı Kemalizmi yeniden üreterek sosyal şöven bir konum aldılar. Sömürgeci burjuvaziye iltihak ettiler. Bunlar, anti emperyalizmi anti Amerikancılıkla özdeşleştirerek, Türk burjuva sömürgeciliğinin yedeğine düştüler. Bugün de, gelişen Kürdistan özgürlük hareketine karşı, bu „sol“ ve „sosyalistler“; sosyal şövenliklerini anti-Amerikancılıkla gizlemeye çalışmaktadırlar. Yani sömürgeci egemenlerinin yanında yer almanın yüzsüzlüğünü yine anti emperyalistlik veya anti Amerikancılıkla kamuflaj etmektedirler.
Filistin Sorun Ve Türkiye Solu
Türkiye Solunun Filistin davasına değinmekte yarar var. Burada derin bir anti emperyalist demogoji saklıdır. Bilindiği üzere 1965’lerden bu yana Fistinliler bir ulusal kurtuluş mücadelesi veriyor. Bu mücadele haklı bir mücadeledir. Filşstin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) bir burjuva harekettir. Bu cephenin içinde bir kaç Marksist grup olsa da etkili değildirler. Daha çok El Fetih’in ideolojik etkisnde ve önderliğinde idi. SSCB’nin bu hareketi desteklemesi sosyalistlerin bu daha çok bu harekete sempati ile yaklaşmasına ve desteklenmesine neden olmuştur. Desteklemek ve dayanışma içinde olmak doğru ve gereklidir. Burada Türkiye Solu enternasyonalist dayanışmada bulunurken, T.C’nin sömürgesi olan Kürdistani hareketlere mesefa koyması; Şeyh Sait ve Dersim Direnişi’ni gerici değerlendirmesi; Kürdistani hareketleri ayrılıkçı görmesi yaman bir çelişkidir. Burada sosya-lşövenizmin bizzat kendisi sırıtıyor. Filistin’de ulusal kurtuluş mücadelesi ilerici oluyor ve enternasyonal dayanışmayı hak ediyor ama Kürdistan’da ulusal kurtuluş mücadelesi dayanışmayı hak etmiyor yaklaşımı var. Bu çifte standart, Kemalizmin derin izlerini taşıyor. FKÖ daha sonra İsrail devletiyle anlaştı. Özerk bir statüye kavuştu (Batın-Şeria). BM’de temsilciliği var. Bütün gerici Arap ve diğer gerici bölge devletleri ile ilişkiler içinde. Hatta ABD ile ilişkileri var. HAMAS’a karşı İsrail ile hareket ediyor. Bu bizim Türk Solu için sorun olmuyor. Ama Kürtler mecburiyetten kaynaklı ABD ve İsrail ile ilişki ve ittifak geliştirince emperyalizmle iş birliği oluyor. Tabi FKÖ’nün bu koşulları kabul etmesi çaresizliktendir. Yani koşullar bunundayattı. Elbette İsrail’in Filistin halkına ( Gaze) karşı geliştirdiği savaş ve katliamı lanetlemek ve bu insanlık dışı uygulamaya karşı çıkmak bir insanlık görevidir. Ancak Kürdistan’daki katliam ve soykırıma karşı olmak da bir o kadar insanlık görevidir. Buradaki çifte standart karşı devrimciliktir ve insanlık dışı bir tutumdur. Anti emperyalistlik sadece İsrail’in Filistin halkına saldırmasına ve Amerika’ya karşı olmak değildir. Anti emperyalist olmak; T.C’nin ve tüm bölge gerici emperyal güçlerine karşı olmayı gerektirir. Emperyalizm artık bir dünya sistemidir. Bu sistemin her halkasına karşı mücadele gerektirir. Türkiye ABD’nin stratejik mütefikidir. Türkiye’nin sömürgeciliğine karşı olmayan hiç bir anlayış anti emperyalist değildir. T.C sömürgeci ve uluslararası emperyalizmin bölgedeki jandarmasıdır. Onun Amerika ve İsrail karşıtlığı sadece demogojidir. T C. hem Amerikanın ve hem de İsrail’in mütefikidir. Bunu Türk Solu elbette çok iyi biliyor ama kendi devletlerine zaval getirmek istemiyorlar. İsrail ve Amerika karşıtlığı ile sosyalist ve anti emperyalist olunmaz. Kendi egemenlerinin emperyal politikasına karşı olmayanlar; ABD ve İsrail karşıtlığı propagandası ile sadece egemenlerinin ekmeğine sağ sürmüş olurlar.
Günümüzde Gerçek Anti Emperyalist Duruş
Evinin önünü herkes temizlerse bir mahalle temiz olur. Mahallerin temiz olması bir ilçeleri, ilçelerin temiz olması bir illeri, ilkerin temiz olması ülkeyi ve bir ülkelerin temiz olması dünyayı temiz yapar. Emperyalizmle mücadelede böyledir. Önce kendi ülkesindeki emperyalimle savaşacaksın. Kendi sömürgeci devletinle hesaplaşacaksın. Böylece komşuna yardımcı olacaksın. Kendi egemenin, sömürgecini ve emperyalizmini yok sayacaksın dışardakine karşı nara ata aksın. Bu ne enternasyonalizmdir, ne dayanışmadır ve ne de anti emperyalistliktir. Bu olsa olsa şarlatanlık ve demogoji olur. Dışarda bir emperyal veya sömürgeci güç yanlış ve haksız olunca, senin egemenin, sömürgeci ve emperyalist gücünün yaptıkları haksız olmaktan muaf mı olur? Elbette muaf olmaz. Bu seni masum yapmaz. Bu sen devrimci hiç yapmaz. Seni sadece şarlatan yapar.
Gerçek anti emperyalist duruş ezilen ve sömürge halkların mücadelesini kayıtsız şartsız desteklemektir. Ezilen ve sömürge halkların zorunluluktan (uluslararası koşullar ve ülke özgünlüklerinden) kaynaklı ittifaklarını anlamak ve desteklemektir. Kendi sömürgeci ve emperyal gücüne tavizsiz karşı durmaktır. Kendi burjuva faşist devletinin barbarlıklarına direnmektir. Böyle bir duruş hem anti Amerikancıdır ve hem de anti sömürgecidir. Sadece ABD emperyalizmine karşı olmak anti emperyalistlik değildir. Bu sadece kafa karıştırır ve demogojidir. Bir bütün olarak emperyalist sisteme karşı olmaktan geçer anti emperyalistlik.
Rojaava Kürt Kazanımlarına Tahammülsüzlüğün Dışavurumu Rojava Güçlerini Emperyalistlerle İşbirliğiyle Suçlamaktır
Mesela Rojava Devrimi’ne, ABD ile işbirliği yapılıyor diyerek kimi “sol” çevreler tavır almaktadır. Oysa kendileri, bu söylemle Sömürgeci egemenleri ile aynı saflarada yeralmaktadırlar. Anti Amerikancılık argumanın kendilerinin sosyal şöven yüzlerini gizlediğini sanıyorlar. Oysa Türkiye Cumhuriyeti göbekten emperyalizme bağlı yeni sömürge ve sömürgeci bir devlettir. ABD`nin stratejik müttefik ve bölgedeki jandarmasıdır. NATO üyesidir aynı zamanda. Türk sömürgecilileri, ABD ve diğer emperyalist devletlerden aldığı silahlarla, başta Kürdistan halkı olmak üzere bölge halkına karşı savaşta kullanmakta ve katliamlar yapmaktadır. Tutarlı bir anti emperyalist en başta Türk Devleti’ne karşı olması gerekiyor mu? Bu güce karşı savaşan halka veya halklarla dayanışma ve ittifak içinde olması gerekiyor mu? Bölgede, başta ABD`nin olmak üzere, enperyalzmin jandarması T:C`dir. T.C `nin sömürgeciliğine karşı savaşanlara karşı olmak anti emperyalistlik değildir; tam tersine bu emperyalizmin yanında yer almaktır. Elbette ABD emperyalizmine karşı olmak devrimci bir görevdir. T.C sömürgeciliğine karşı mücadele ve karşı duruş bir o kadar anti emperyalsitlik ve anti Amerikan emperyalistliğidir. Ve devrimcidir. Kürdistan halkı sömürgeciliğe karşı mücadelede zaten anti emperyalist devrimci bir duruşa sahiptir. T.C sömürgeciliği ve yayılmacılığına karşı olmak anti emperyalistlik ve Anti Amerikancılıktır. İkisi birbirinden ayrılamaz. Denebilir ki, Rojava da ABD ile ittifak halindedir. Doğrudur, bir ittifak sözkonudur ama işbirlikçilik asla değildir. Emperyalistler arası çelişkilerden faydalanma diye bir olay vardır. Kürtleri uluslararası destekleyen sosyalist ve anti emperyalist bir devlet yoktur. Güçlü anti emperyalist sosyalist hareketi de yoktur. Bölgede ve Rojava`da emperyalistler arası bir savaş var. Kürdistan halkı bu kurtlar sofrasında canını kurtarma kavgasındadır. Bunlar arasındaki çelişkilerden yararlanmaktadır. Bundan daha doğalı olamaz. Hani derler ya; ” koyun can derdinde kasap et derdinde” Ayrıca, Suriye`nin meşru yönetimi denen sistem sömürgecidir. Kürdistan`ın Rojava kesimini sömürgeleştirmiştir. Buna rağmen Kürtler, bu yönetimle karşı karşıya girmemeye özen gösterdi.Ki, bu sistem Rusya ve İran’ın desteğiyle varlığını sürdürüyordu. ABD`nin bu yönlü isteklerine rağmen böyle bir çatışmaya girmiyordu ve yer yer DAİŞ`e karşı Suriye merkezi yönetimi ile ittifak içindeydi. Suriye merkezi yönetimi sonunda yıkıldı. Uluslararası güçler HTŞ’yi iktidar yaptı. Rojava’da Kürtler, demokratik bir sistem kurulsun diye mücadele ediyor. HTŞ, yani Colani yönetimi şeriatçı ve totaliter bir rejim dayatıyor. Oysa SDG, tüm etnik azınlıklar ile dini inançların birlikte yaşayacağı bir özerklik sistemi için direniyor. Seküller ve demokratik bir devlet biçimi istiyor. Bu mücadelesinde, malesef Rojava’ya kimse dolaysız destek sunmuyor. Sadece İsrail yer yer destek açıklamaları yapıyor. Kaldı ki, ABD olmazsa T.C çoktan Rojava’yı işgal ve ilhak etmişti. Colani’nin gücü yetse, Rojava’da soykırımı yapar. Sizce Kürtler kimlerle ittifak kurmalı? Var mı öneriniz? Bir ABD ve İsrail var. Kürtlere ne devletlerden ve ne de halklardan bir dayanışma ve destek yoktur. Malesef yok. Hayali ittifaklarla da yaşama şansı olmaz. Bu arada, Rojava’daki sistem pratiğinde kadının kurtuluşu bağlamında da paha biçilmez bir anlayış yarattı ve örgütledi. Kısacası, burada politik ve sosyal anlamda gerçek bir devrim yaşanıyor. Bunun tersini iddia etmek, emperyalistlerin ve sömürgeci güçlerin ekmeğine yağ sürmektir. Dostça eleştirileri kast etmiyorum. Bu arada;
sosyal şöven, „solcu“ Kemalistleri anlıyorum. Aslında sosyal şövenlerin anti emperyalist veya anti Amerikancılık söylemlerinin altında yatan; Kürdistan halkının anti emperyalist mücadelesi ve kazanımlarına karşıtlıktır. Bu egemenleri ile ayni saflarda yer tutmaktır. Bunu anlamak için deha olmak gerekmiyor. Kürdistan halkı sömürgeci zincirleri kırmak için kendisini destekleyen herkesle ittifak yapma hakkına sahiptir. Dünyada, ne tanık ki destek verecek bir sosyalist ve devrimci güç yoktur. Devlet anlamında diyorum. Türkiye ve diğer sömürgeci devletlerin halklarınıda da devrimci bir başkaldırı malesef sözkonusu değildir. Yani egemenleri geriletecek ve devrime ivme kazandıracak bir hareket yoktur. Devrim cephesinde güçlü destek olmayınca, denizde boğulan yılana sarılır misalı kim destek verirse, Kürtdistanlılar bunu değerlendirmek zorundadır. Kürdistanlıların bu destekleri reddetme lüksü yoktur ve olamaz. Burada ittifak ve destekten sözederken, elbette Kürdistanlılar kendilerini kimseye kullandırmaz. Onun mücadelesinin mayasında anti emperyalistlik ve sosyalistlik var.
Türkiye solu`nun sosyal şöven kesimin tipik söylemini buraya aktarmak istiyorum. Bir panelde, Ermeni komünistlerini ve Ermeni olayı anlatılıyordu. Yıllarca bildiği çizgide mücadele vermiş biri, paneliste şunu sordu; “Ermenilerin hiç mi suçu yoktu?“ Gelde buna bir anlam ver. Ezilen ve yokedilmek istenen bir halkın direnişi kadar haklı ve anlamlı bir durum olabilir mi? Ermenilerin ne suçu olacak? Panelist arkadaş, aşağı yukarı bu anlamda bir tanıt verdi: “Kendi demokratik
Haklarını, kendi kaderlerini kendileri tayin etmek istiyorlardı. Savaş ortamının yarattığı olanaklardan faydalanmak en doğal haklarıdır. Bu amaç için başkaldırı nasıl suç olabilir”. Buna benzer bir soruyu da, “Kürtlerin hiç suçu yok mu?” Diyen bir başka panelde bir başka biri sormuştu malesef. Bu soruları yöneltenlerin bilinci resmi Kemalist düşüncenin etkisinde olduğunu söylemeye herhalde hakkım vardır.
Bugün, egemenlerinin gazabına uğramasınlar diye, Kürtlerle yan yana görünmemek için her yola başvuran „sol“ ve „sosyalistler“ ancak sosyal şöven olabilirler. Kürtlerin işini bitirirse sömürgeci egemenler; bunlar sosyal şövendi diye acımazlar. Egemenler, onların da hakkında gelirler. Anti emperyalistliği sadece Kürdistan özgürlük hareketinin kazanımlarına karşı kullananlar, kendi ülkelerini emperyalizmin yeni sömürgeciliğinden kurtarma mücadelsine yönelseler anlamlı bir iş yapmış olurlar. Gerçi ne dersek onları yolunda alıkoyamayız. Tarihte sömürgeci gerici egemenleriyle birlikte anılmak istiyorlarsa yapılacak fazla birşey yoktur. Anti emperyalistlik ve anti Amerikancılık sömürgeciliğe ve her türlü emperyalist hegomonyaya karşı olmaktır. Ulusal Kürd hareketi bunu yapıyor. Kürdistan`ın kurtuluşu, Türkiye`nin emperyalizmden kurtuluşuna giden yolu da açacaktır. Kürdistan devrimcilerini sosyal şövenlere değil, enternasyonal dayanışmaya ve ulusal birliğe ihiyacı vardır. Türkiye devrimcilerinin de buna ihtiyacı olduğuna inaniyorum. Ve bugün her zamanınkinden daha çok ortak mücadeleye ve anti faşist güç birliğine ihtiyaç vardır. Bunu anti faşist cephe olarak anlayalım.Türkiye`de faşizmin kalıcılaşmasını istemiyorsak bu anti faşist cepheyi kurmak ve güçlendirmek gerekiyor. Bu Kürdistan ile devletsel birlik anlamında değildir. Devrimci ve sosyallst güçlerin; mücadele biçimi ve sosyalizm yorumları farkli olabilir. Herkes kendi mücadele yöntem ve örgütlenme anlayışı ile bu cephede yer alabilmeldir. Bu gerici ve karşı devrimci girdapta kurtulmanın tek yolu ortak mücadeledir. Dünya karşı devrimci cephesine karşı; ülke, bölge ve uluslararası devrimci cepheyi örgütlenmek yakıcı bir görevdir. Mücadele, tüm açmazları ortadan kaldırır. Kafayı devrimcilerin emperyalist arası çelikilerden faydalanmasına takmanın bir anlamı ve yararı yoktur. Anti emperyalistlik sömürgeciliğe karşı mücadeleden geçer; anti Amerikancılıkta. Sömürgecilik emperyalist sistemin olmazsa olmaz ayaklarındadır. Ezilen ulusun kurtuluş mücadelesinin yanında olmamanın anti emperyalistlikle hiç bir alakası olamaz.
Kemalizmin ideolojik zehirinden ancak ve ancak mücadele ile kurtuluabilir.
Dünya Değişiyor, İtttifaklar – Mücadele Biçim Ve Yöntemleri de Değişiyor
Devlet Bahçeli’nin başlattığı süreç adeta politik ve sosyal alanlarda deprem etkisi yaptı. Bu süreç bir çok olgu ve yaklaşımı deşifre etti. Apo’ya çağrı yapan Bahçeli’ye İmralı’dan cevap geldi. “Pradigmayı destekliyorum” dedi. Uluslararası durum ve Türkiye’nin içinde bulunduğu politik ve ekonomik açmazlar T.C’nin Apo ile bu süreci başlatmaya zorladı. Devletin dili aşağılayıcı ve teslim alıcı bir dildir. Bu süreç uzun süredir hazırlanıyormuş. Ortadoğu yeniden şekillenirken aslında dünya yeniden dizayn ediliyor. Bu coğrafyanın merkezinde Kürdistan ve Kürtler vardır. Uluslararası emperyal güçler, Kürdisan sorunu çözülmeden istenen düzeni kuramayacaklarının farkındalar. Blr biçimiyle Kürtleri ya etkisşzleştirecekler ya da Kürtlerin ulusal demokratik talepleri karşılanarak sorun olmaktan çıkaracaklar. Etkisizleştirmek problemli bir “çözümdür”. Bu sorunu ertelenebilir ama ilerde büyük bir sorun olarak tekrar tarih sahnesine çıkar. Dolayısıyla bölge devletlerinin de onay vereceği bir çözüm üretilmek isteniyor. Malesef bağımsız Kürdistan’ı dillendiren sadece İsrail var. Bu İsrail’in birazda bölge devletlerine sopa göstermektir. Yinede bu dillendirmeyi önemli görüyorum. Biz Kürtler bunu değerlendirmeliyiz Türkiye’de Apo’ya inisiyatif verilerek silahların bırakılması ile PKK’nin feshi Kürdistan Bağımsızlık mücadelesini farklı bir çizgi ve zemine taşıdı. “Barış Ve Demokratik” süreç olak kodlandırılan bu “paradigma”, sömürgeciler cephesinde ise, “Terörsüz Türkiye” olarak ifade ediliyor. Her iki tarafın açılımında Kürdistan ve Kürt sorunu ile ilgili bir ifade yoktur. Kürtsüz bir süreç. Silahlar bırakılacak ve PKK fesh edilecek. Bu oldu zaten. Buna rağmen devlet nezdinde en ufak olumlu bir adım yok. Gerilla alanları bombalamaya, tutuklama ve kayumlar kesintisiz sürüyor. Bu yeni denilen süreç aslında Apo’nun etki alanındaki tüm kurumları kapsıyor. Hepsinin feshi isteniyor. Buna Rojava’da dahil. Tüm yapılanmaları bu sürece dahil etme ikna ve zorlama turları devam ediyor. Nasıl sonuçlanacağını kestirmek zor da olsa, Kürdistan için hayırlı bir süreç değildir. Elbette silahlar susabilir. Silahlı mücadele tarihsel misyonunu yerine getirmiş olabilir. Buna itirazım yoktur. PKK’de kendin feshi edebilir ve yeni bir örgütlemeye gidebilir. Bu anlaşılır bir durum. Parti amaç için bir araçtır. Araç tarihsel sürecini doldurmuşsa döneme uygun yeni bir araç inşa edilebilir veya yaratılabilir. Yaratılmalıdır da. Malesef sorun bu değildir. Hareket tasfiye ediliyor. “Devlet ve toplumla bütünleşme” projesinde hiç bir ulusal hak yoktur. Devlet istenmiyor. Özerklik ve kültürel haklar sürecini doldurmuş kabul ediliyor. Yani bunlarda istenmiyor. Yeni bir ortak devlet inşa edilecekmiş Buna kargalar Bile güler. Bunun tarihsel, sosyal, siyasal ve uluslarası bir karşılığı yoktur. Sana kültürel özerklik vermeyen bir devlet anlayışıyla ortak bir devlet nasıl kurulacak? Bu tamamen bir manipülasyondur. Bu süreç bilinmeyenleriyle ağır aksak devam ederken beklenen oldu. İsrail İran’a saldırdı ve şok darbeler vurdu. Resmen dünya tarihine yeni bir savaş klasiği yazıldı.
İsrail Ve İran Savaşı
İsrail, bölgede istenmeyen bir halk ve devlet. Yani bölge Müslüman devletler tarafından. Kuruluş sorunlu. Ne var ki, orada bir İsrail halkı var. O topraklarda bir devleti var. Bana göre, varlığı kabul edilmesi gerekiyor. Bununla birlikte, Filistin halkının kendi topraklarında özgürce yaşamasına karşı saygılı olması gerekiyor. Filistin halkına karşı, özellikle Gaze’ye yönelik savaş ve Filistinlerin katledilmesi kabul edilemez. Bu konuda İsrail devletin sicili kirlidir. Filistin halkına yönelik katliama insanım diyen her kesin karşı olması bir insanlık görevidir. Peki İran’ın sicili çok mu temiz? İran en az İsrail kadar kirli bir sicile sahiptir. İran ve Türk sömürgecili en az İsrail siyonizmi kadar tehlikelidir Sömürgeleştirdiği ülke halklarına kan kusturuyor İran. Kürd yurtsever ve sosyalistlerini asarak öldürüyor. Tutuklama ve katliamlar gerçekleştiriyor. Kürd önderlerini suikast ile katlediyor. Başur’da üstlenen Rojhilat KDP kamplarını bombalıyor. Kadınları katlediyor. Kısacası, oradaki tüm devrimci dinamikleri imha ediyor. İran en az İsrail kadar acımasızdır. Bu nedenle İran hiç masum değildir. Katildir ve suçludur. Uluslararası güçler onu istemiyor ve İsrail aracılığıyla ona savaş açtı diye İran masum olmaz. Bu savaşta İran’ı desteklemek anti emperyalistlik değildir. Olsa olsa kafa karışıklığının yarattığı bir yanılsamadır. Evet İsrail Filistin konusunda suçludur. İran ise Kürdistan, Belücü ve diğer halklar ile Fars halkına karşı suçludur. Bunların kapışmasında biz taraf olmayız. Biz halkların, ezilen emekçilerin tarafıyız.
Biz böyle bir savaşı istemiyoruz. Savaş çirkindir, kirlidir, yoksulluktur, ölümdür ve yozlaşmadır. Ancak savaş oluyor ve bu bir gerçek. Bunu engelleyecek gücümüz yoktur. Lakin savaşlar devrimci durumlar yaratır. Devrim için objektif olanak ve koşullar üretir. Biz bu durumu değerlendirir ve toplumu devrim için örgütleriz. Kürdistanlılar olarak da bağımsız ve demokratik bir Kürdisan devletini kurmak için çabalarız. Sömürge bir halkın amacı kendi kaderini tayin etmektir. Kendi ulusal devletini kurmaktır. Sömürgeci devleti yıkmak veya demokratikleştirmek onun görevi değildir. Onun görevi sömürgeci devleti kendi ülkesinden çıkarmaktır. Sömürgeci devleti yıkmak ezen ulus devrimcisinin görevidir.
Bununla birlikte eş zamanda bir mücadele ezen ve ezilen ulus tarafında geliştirilirse, ortak bir cephede egemenlere karşı mücadele omuz omuza olunabilir. Ayrılma veya federatif devlet kurmak ise halkların istem ve eğlimi doğrultusunda demokratik tarzda gerçekleştirilir.
Evet dünya eski dünya değildir. Sosyalist Sistemin çöküşü, teknolojik ve sosyal gelişmeler mücade yöntem ve biçimlerini de değişimini dayatıyor. İttifak ve güç birliklerini etkiliyor. Kimi zorunluluklar alışılmadık ittifakları kaçınılmaz kılabiliyor. Günümüz dünyasında sosyalist güçler çok etkisiz. Sosyalist Sistemin yarattığı boşluğu dolduracak devrimci bir güç henüz şafakta görünmüyor. Sömürge halklar sosyalist bir gücün oluşmasını bekleyerek kendini varedemez. Varılan üzerinde plan yapmak zorundadır. Ezilen ve sömürge halkların birinci görevi ulusal mücadelesini zaferle taçlandırmaktır. Bu nedenle ezen ulus devrimci ve halkı gibi devrimci durumu beklemek gibi bir durum sözkonusu olamaz. Sömürgelerde ulusal kurtuluşun her zaman objektif koşulları vardı. Önemli olan objektif ve dış koşulların oluşmasıdır. Ezen ulus ise devrimci durumun oluşmasında etkide bulunmak ve böyle bir durumda özne olarak hazırlıklı olması ertelenemez bir görevdir.
Bölgede süren bu savaş büyük olanaklar yaratabilir. Buna ezen ve ezilen ulus devrimcileri hazırlıklı olmak zorundadır. Unutulmamalıdır ki, tüm devrimci çıkış ve başarılar bu savaşlar iikliminde gerçekleşmiştir. Mesela, Paris Komünü Fransa ve Almanya savaşı sırasında gerçekleşir. 17 Ekim Sosyalist Devrimi, Birinci Dünya Savaşı sonunda zaferle sonuçlanır. Doğu Avrupa Demokratik Halk Devrimleri İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı durumun kazanımlarıdır. Biliniyor ki, sosyalist sistemin maddi ve manevi yarattığı devrimci iklim ile dış koşulları olgunlaştıran devrimci durum neticesinde bir çok sömürge halklar bağımsızlık mücadelesi vererek ulusal devletlerini kurdular. İşte Küba ve bir çok Latin ve Orta Amerika halkı demokratik devrimlerini bu atmosferde yaptılar. Bu tarihsel deneyim ve örnekler; bugünkü savaş ortamın devrimci bir iklim yaratacağının somut örnekleridir.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum. Sömürge bir ülke kendi sömürgecisini demokratikleştiremez. Ama kendi ulusal kurtuluş savaşını vererek ezen ulusun devrim mücadelesine katkı sunabilir. Ezen ulus devrimcisinin bu durumda görevi ezilen ulusun ayrılmasını desteklemektir. Her iki halk kendi öz devletlerine kavuşunca kardeş ve dost olabilir. Olmalılar da.
Son olarak şunu ifade etmek istiyorum : Yeni bir dünya için enternasyonalist dayanışma ve ortaklaşmak yaratmak umuduyla
23.06.2025