Cuma , 14 Şubat 2025
Home / anasayfa / DEVRİMC KİŞİLİK SORUNLARI (11) Hamit BALDEMİR

DEVRİMC KİŞİLİK SORUNLARI (11) Hamit BALDEMİR

Sitemizin yazarlarından Hamit BALDEMİR Devrimci Kişilik Sorunları başlığıyla önemli bir konuya çalıştı ve 11 bölüm halinde sitemızde yayınlandı. Tüm bölümleri sitede mevcuttur. Denge Kürdistan yayın Kolektifi olarak Hamit Yoldaşı bu çalışmasından dolayı kutluyoruz. Denge Kürdistan yayın Kolektif

DEVRİMC KİŞİLİK SORUNLARI (11) Hamit BALDEMİR

PKK`nin kitlesi daha çok köylü ve yoksul kesimlerdi. Ne var ki, her iki tarafın kadroları yani önder kadroları daha çok öğrenci gençliktendi. Sosyal ve paylaşım konusunda, örgüt için demokraside birbirine çok benziyorlardı. Burada düşmana karşı direnmede söz etmiyorum. Bu her örgütün kendine göre bir çizgisi vardı. Bu ayrı bir konudur. Özcesi, bu devrimci kişilik bir çok yetersizlik ve hastalığı içinde barındırıyordu. Bunun için de, önderlikleri ve çalışma tarzları ideallerine cevap olamıyordu. Elbette içlerinde olumlu ve dava adamı insanlar da vardı. Ne var ki, bu kişilik genelde etkili ve belirleyici olamıyordu.

Takdir ederseniz ki, zor koşullarda bu kişiliğin yarattığı bu yapılaşma ve misyonun devamı çok zordur. Bu nedenle, 12 Eylül sömürgeci faşizmin yarattığı tahribatın bir nedenini de bünyemizde aramak gerekiyor. Kendimizi yeniden gözden geçirmek ve eleştirisini yapmak gibi bir tarihsel görev ile karşı karşıyayız. Bir çok konu gibi bu da es geçiliyor. 12 Eylül yenilgisinin nedenleri ile cezaevi yaşamındaki iç olumsuzluklar ve düşman karşısındaki duruşlarımızı değerlendirip gelecek kuşaklara aktarmak bir tarihsel sorumluluktur. Özelikle devrimci bireyin yaratılamaması üzerinde yoğunlaşmak anlamlı olacaktır.

Devrimci dinamikler ve halkın devrimci değerleri tüm olumsuzluklara karşın; güçlü bir kişilik ve önderliğin inşası için zengin bir potansiyele sahiptir. Kaldı ki, böyle bir kişilik ve önderliğe aday hatta adaydan öte böyle bir kişilik ve önderliği önemli oranda inşa etmiş yapı (lar)  vardır. Ya da böyle bir kişilik ve yapılanmanın ciddi adımlar atılmıştır. Kuşkusuz, bu çok çaba isteyen bir süreç ve ciddi bir emek ister. Bunun için adım atacak  cesaret ve dinamiklere sahip yapı ve kişilerin var olduğuna inanıyorum.  Böyle bir önderlik ve kişilik ancak bu tersine giden süreci devrimin lehine dönüştürebilir. Tüm olumsuzluklarından arınmış, yetmezliklerini aşmış, devrimci örgütlülüğünü ve programını günün ihtiyacına göre yeniden üretmiş bir önderlik  ( parti ) kitleleri devrimci amaçlar doğrultusunda örgütleyebilir. 12 Eylül Faşist darbesi ve sonrasının yarattığı yılgınlık ve korku duvarı cesur bir önderlik ve pratikle aşılabilir.

Bundan daha ciddi bir tahribata dünya çapında neden olan sosyalist sistemin yıkılışıdır. Bu önemli oranda sosyalizme olan sempatiyi darbeledi. Dünya çapında devrimci parti ve yapılanmaları de moralize etti. Hatta çoğu bu karşı devrimci rüzgardan kapitalizmin saflarına yöneldiler. Bu karşı devrimci dalga aynı zamanda reformizme ve pasifizme malzeme oldu. Tabi karşı devrimciler için moral ve iyi bir propaganda aracı oldu. Hala sosyalizme halk kitleleri kuşku ile bakıyor. Sosyalistler veya Marksist-Leninistler bu süreçte ciddi bir teorik ve ideolojik bunalım yaşadılar. Hala bu bunalımdan çıkılmış değildir. Emperyalist – kapitalistlerin ideolojik ve psikolojik saldırılarında maalesef devrimci yapı ve kişilerde etkilendi. Bu etkilenme hala devam ediyor. Dünya devrimci hareketinin parçalı ve çok merkezli ya da ben merkezciliğinden kaynaklı parçalanmışlık ve bölünmeler; dünyada devrimin önder ve merkezi iddiasında olanlar sahnede silindiği halde; hala bu suni bölünmüşlükler bu kez farklı argümanlarla devam ediyor. Somut koşullara yanıt vermeyen soyut belirlemeler toplumda karşılık bulmaz ve marjinal kalmaya devam ederler.

Günümüzde Türkiye ve Kürdistan’da bir çok yapılanma var. Ezici çoğunluğu tabela veya dergi isminin ötesinde bir varlıkları söz konusu değildir. Toplumun sınıf ve tabakaların farklı partilerinin olmasını anlıyorum ama neredeyse; her sınıf ve tabakaya karşılık onlarca yapı vardır. Kürdistan`da sağcı ve dindar  yurtsever partiler vardır. Türkiye`de de vardır. Benim kast ettiğim sosyalist  veya komünist parti ve yapılardır. Ve çoğunun ayrılığı ideolojik değildir. Suni ve kariyerizm kaynaklıdır. Dogmatik ve kariyerist anlayışlardan kaynaklı bölünmeler devrimci hareketi güçsüz kılmakta önemli bir etkendir. Kürtlerde bir ulusal birlik veya önderlik yaratamıyorlar. Bunların bu bölünmesinde, sosyal unsur etkilide olsa; kariyerist ve ben merkezci anlayıştan kaynaklı ayrılıklar da az değildir. Bunun böyle olmasının kaynağı yukarda belirtiğim nedenlerin yanında burjuva ideolojisinin etkisi ve ajan faaliyetleri önemli bir etkendir.

Türkiye devrimci hareketinin zaaflarını, onun tarihinde bulmak mümkündür. Kemalizm’in ( burjuva ideoloji ) duygusal ve ideolojik etkisinden kurtulmamalarıdır. Evet, onlarda büyük bedeller ödediler ve kahramanca idama ve ölüme gidenlerin sayısı az değildir. Sorun yiğitlik ve kahramanlık değildir; sorun ideolojiktir. Türkiye solunda sosyalizm ile Kemalizm’i birleştirme ve Kemalizm’i devrimci görme gibi bir sorun var. Bu hala aşılmış değildir. Kürdistan`ı ayrı bir ülke görmemek vardır. Sömürge bir ülke olduğunu tam bilince çıkarmamışlardır. Türkiye devrimini ve hedeflerini Kürdistan`ı ayırmadan tahlil ettiklerinden büyük bir yöntem ve mücadele biçimi hatasına düşüyorlar. Bunu teorik olarak aşanlarda bile bu yaklaşım vardır. Oysa, ülkenin sosyo ve ekonomik tahlilini yaparken K. Kürdistan`ı ayrı tutarlarsa, belki daha sağlıklı tahlillere varırlar. Türkiye solu geçmişiyle ve Kemalizm’e yüzleşmeden sağlıklı bir devrimci önderlik yapamaz.

K. Kürdistan`daki Özgürlük Hareketi, Türkiye`deki ve dünyadaki gelişmelere rağmen, kendini toparlayıp silahlı mücadele başlattı. Önemli başarılar elde etti. Kürdistan bağımsızlığına kavuşmadı ama önemli mevziler ve önemli bir ulusal uyanış sağladı. Gerek sosyalist sistemin dağılmasında ve gerekse 12 Eylül`ün yarattığı süreçten yara almadan devrimci çizgisini sürdürdü.

Ancak PKK önderi Abullah Öcalan`ın yakalanması yeni bir durum yarattı. Elbette mevcut dünya ve bölge koşullarında Bağımsız Birleşik Demokratik bir Kürdistan devrimini gerçekleştirmek öyle kolay değildir. Reel sosyalizmin yıkılmasından sonra bu daha da zorlaştı. Bu zorlaştı diye bu amaçtan vazgeçilecek anlamına da gelmez. Bir hareket strateji değiştirebilir. Bunu anlıyorum. Ama burjuva reformist çözümleri sosyalist teori ile yeniden üreterek dünya koşullarında başarı şansı olmayan bir “paradigma” geliştirmek çözüm getirmez. Sorunun çözümünü daha da zorlaştırır.

Devletsiz, sınırsız ve komünal bir yaşam inşa etmenin koşulları yoktur. Emperyalistler, var olan güçlü devletleri yıkıyorlar. Sırf kendi projelerine uymadığından. Bu canavar emperyalist sömürgecilere rağmen devletsiz, sınırsız komünal yaşam üreteceksin. Bu gerçekçi değildir. Sen komünizme yakın bir sistemi, emperyalistlerin egemen olduğu ortamda inşa edeceksin. Hiç gerçekçi değildir. Abdullah Öcalan, mevcut ideolojik bunalımını böyle aşmayı düşünüyor. Bunun mümkün olmadığını o da biliyor. Apo`nun önderlik vasfına diyecek sözüm yoktur. Zeki ve akıllıdır. Ancak bu projesi soyut ve iç ve dış koşulları olmayan bir proje. Apo`nun yakalanmasından sonra, PKK önder kadroları bu boşluğu dolduramadılar. Ve bu önderlik boşluğu devam ediyor. Yeni açılımlar yaratamıyorlar. Özgürlük Hareketi, bağımsız Kürdistan`dan vazgeçti. Demokratik Özerklik istiyor. Bu çok geri bir istek. Federasyon, konfederasyon veya Kürdistan`a özerklik biçiminde stratejisini yenilemesi daha anlamlı olurdu. Ne var ki, bu geri istem bile sömürgecilerin olurunu almadı.

Özgürlük Hareketi, çok büyüdü/gelişti. Silahlı savaş içinde epey kadrosunu yitirdi. Bu kadroların yerini dolduracak kadro yetiştiremedi. İlk kadrolar hala kendilerini sosyalist olarak ifade ediyorlar. Bu sevindirici. Ne var ki, taktik önderlik genelde sosyalizme mesafelidir. Maalesef çizgiyi kadrolar belirliyor. Bu soruna çözüm getirilmezse, Özgürlük Hareketi, Türkiye Solu`nun telaffuz ettiği gibi sosyalizm kimliğinden tamam çıkacak ve yurtsever bir ideolojik önderliğe dönüşecektir. Yani Yurtsever bir önderlik olacaktır. Ayrıca silahlı mücadele veren ve bu konuda destansı bir tarihi olan Özgürlük Hareketi, günümüzde Türkiye’yi demokratikleştirmek için silahlı ve demokratik mücadele içindedir. Silahlı mücadele veriliyor olsa da bu çizgi reformist bir çizgidir. Bu söz konusu “paradigama” nın sonucudur. Bu, bana göre, eşyanın doğasına aykırıdır. Sömürge bir halk, sömürgeci sistemin demokratik mücadelesini kendine amaç edinmez / edemez. Çünkü koşulları yoktur ve buna gücü yetmez. Bu onun kararlılık ve militan mücadelesiyle alakalı değildir. Somut koşulların somut tahliliyle ilgilidir. Mao`nun dediği gibi; “Farklı çelişkiler farklı yöntemlerle çözülür. Bizim / Kürdistanlıların çelişkileri ile ezilen ulusun devrim sorunu olan çelişkileri farklıdır. Bizim baş çelişkimiz ulusal sorunun çözümüdür. Yani Kürd ve Kürdista`nın özgürlük ve bağımsızlığıdır. Kürdistan kurtulunca, Türkiye için demokratikleşmenin hatta devrimin yolu açılır. Ezilen uluslar kurtulmadan ezen uluslar kurtulamaz. Böylesine söylenen bir vecize değildir. Haki Karer ve Kemal Pir bu anlayışla enternasyonalist bir pratikle Kürdistan devrimcilerinin saflarında yer aldılar. Kürdistan kurtulmadan Türkiye`nin kurtulamayacağının bilinciyle tarihsel bir misyon üstlendiler. Bugün Özgürlük Hareketi, Türkiye`nin demokratikleşmesini önüne hedef koymuştur. Türkiyenin demokratikleşmesiyle Kürtlere de “demokratik özerkliğe” kavuşacağını düşünüyor. Bunun mümkün olmadığını yaşanan süreç çok net bir şekilde göstermektedir.

Türkiye Devrimci Hareketi veya Türkiye Solu; dünden bugüne Kemalizm’den ya da Türkiye`deki burjuva ideolojisinin versiyonundan kurtulmadığından başarı trendi pek yükselmedi. Belli aralıklarla, faşist sömürgeci askeri darbelerle tırpanlanan hareket; başarısızlığından kurtulmanın çözümünü kendi ideolojik ve örgütsel durumundan arayacağına; bölünerek bütün enerjisin birbirleriyle didişerek ve çatışarak harcamaktadır. 12 Eylül faşist darbesi ile örgütsel yapılarının devrime göre oluşturulmadığı açığa çıktı. Devletle / egemenlerle çatışmayı hedeflemediği; bu yönün sadece propaganda ve ajitasyonla sınırlı olduğu anlaşıldı. 12 Eylül sürecinden sonra toparlanma ve yenilenme çabaları belli bir yol kat etmiş olsa da, Kemalizm’den kopma ve ben merkezci anlayışlar; birliktelik değil yeni ayrışmaları getirdi. 12 Eylülden sonra, örgüt ve yapılar; yeniden kendi dar yapılaşmalarını ürettiler. Sosyalist Sistemin yıkılması ayrı ve çok yıkıcı bir etki yarattı. Dünyada olduğu gibi radikalizm yerini reformizme bıraktı. Kürdistan Özgürlük hareketin dünyada ve bölgedeki tüm karşı devrimci gelişmelere rağmen radikal devrimci çizgisin sürdürmedi; Türkiye Solu için bir tarafta umut olurken, diğer taraftan Türkiye`de kitleselleşmesini olumsuz etkiledi. Bu normal bir durum. Sömürgeci bir devlet, sömürgesinin başkaldırısını bastırmak için şoven ve anti demokratik yöntemleri devreye soktu. Durum bu olunca, ezen ulusta şoven ve karşı devrim dalgası yükseldi. Yetersiz örgütlenmeden ve güçten yoksun Türkiye Solu bu dalganın altında kaldı. Kimisi bundan kurtulmak için sosyal şoven bir duruş sergiledi. Kimisi de zaten sosyal şovendi ve tamamen karşı devrimci saflarda yerini aldı. Sol söylem kullansada bu böyledir. Özgürlük Hareket`in önderi Apo`nun “uluslararası bir komplo” ile yakalanıp sömürgeci T.C`ye teslim edilmesiyle başlayan süreç; Türkiye Solu için bir umut oldu. Çünkü, en enternasyonalist devrimcisi bile K. Kürdistan`ının Türkiye`den ayrılmasına gönlü razı değildir. Sosyalist olmanın gereği ayrılmaya destek verenler bile duygusal olarak bunu pek sindirdikleri söylenemez. Bu nedenle, değişim adeta Türkiye solunda iyimserlik ve memnuniyet yarattı. Ne var ki, bu da, bir aşamadan sonra bu süreç legal anlamda kitleselleşmeyi sağlasa da; eşyanın tabiatı gereği yeni sorunlar yarattı. Başta T.C yeni savaş hamleleri ve sömürgeci faşizan baskılarla K. Kürdistan direnişçi ve yurtsever halkını pasifize etti. Bununla da yetinmedi, Kürdistan`ın diğer parçalarında gerillaya operasyonlar çekmeye başladı. Kürdistan halkı yine direniyor. Rojava`da destanlar yaratmaya devam ediyor. Ancak sorunun buralara kadar geleceğini bile bile Türkiye egemenleriyle anlaşma çabaları ve burada çözüm arama K. Kürdistan`da Özgürlük hareketine önemli darbeler vurdu. Gerçi zararın neresinde dönülse kardır. Umarım durumdan dersler çıkarılarak devrimci çizgiye dönüş yapılır.

Türkiye Solunda bazı dost ve enternasyonalist yapılar silahlı mücadelede Özgürlük hareketiyle birlikte savaşmaktadır. Bu taktire değer bir duruştur. Legal / demokratik alandakiler bocalamaya devam ediyor. Reformizmden ve sadece demokratik mücadelede ısrar bu hareketlerin önemli açmazıdır.

Benim Türkiye halkı ile bir sorunum yok. Türkiye halkını hem birincil derecede dış ittifak ve kardeş görüyorum. Ama T.C.nin sömürgeciliğinden Kürtler kurtulmadan Türkiye halkı, ne demokratik mücadelede başarılı olabilir ve ne de faşizmden kurtulabilir. Türkiye Solu bu bilinci Türkiye halkına taşımalı ve bu perspektifle örgütlemelidir. Bunun zor olduğunu biliyorum ama gerçekten demokrasi ve devrim isteniyorsa; bu zoru başarmaları gerekiyor.  Türkiye halk ile Kürdistan halkı ortak mücadele veremez mi? Bu söylediğim bir ortak mücadeledir. Birileri veya Kürdistan Özgürlük hareketi; ben Türkiye halkı ile birlikte devrim yapmak istiyorum derse, buna da eyvallah. O zaman PKK değil, TİP olur. Ya da TKİP ( Türkiye Kürdistan İşçi Partisi). Bu da bir çözüm. O zaman tek bir strateji olur. Milli Misak-i sınırlarında demokratik veya sosyalist devrim stratejisiyle hareket edilir. Burada, ezen ulus devrimcileri abiliklerini dayatırlar. Kürdistanlılarda bunu kabul etmez diye düşünüyorum. Ancak bu biçimiyle ne demokrasi mücadelesi başarılı olur ve ne de Kürdistan halkı “demokratik özerkliğe” kavuşur. Hele devletsiz, sınırsız bir  “demokratik özerkliğini” ne gerçekleştirebilir ve ne de  gerçekleşse bile yaşama şansı vardır. Özcesi, Türkiye halkı ve öncü devrimcileriyle ile ittifak kesinlikle olmalıdır. Bağımsız demokratik bir Kürdistan davasından direnmeliyiz. Koşullar, mücadeleyle federasyon veya konfederasyon gerektirirse; neden olmasın. Bu bağımsızlık yolunda ilerlerken böyle bir süreç yaşanırsa düşünülebilir. Egemenlerle anlaşarak veya barış yaparak ne Türkiye`ye demokrasi gelir ve ne de Kürdistan`a demokratik özerklik.

Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin zengin bir tecrübe ve birikimi vardır. Her iki ülkede sorunlar ancak devrimle çözülecek sorunlardır. Bununla birlikte çelişkiler farklıdır. Farklı iki strateji vardır. Her ülke bu stratejinin gereğini yaparak devrime ulaşabilir. Elbette karşılıklı dayanışma ve ittifak vazgeçilmezdir. Kürdistan halkının soykırıma uğramaması ve özgür olması için bir devlete acil ihtiyaç vardır. Bağımsız olmanın ve geleceğin tek güvencesi bir devlete kavuşmaktır. Yoksa sömürgeciler ve emperyalistler her zaman tepemize bomba yağdıracaktır. (Bitti)

Diğer Başlıklar

”Karşıtlarını Yenmediğini Ama Onlar Tarafından Yenilmediğini Bilen Bir Liderin Vakarı” Samet Erdoğdu

“Karşıtlarını Yenmediğini Ama Onlar Tarafından Yenilmediğini Bilen Bir Liderin Vakarı” DEM Parti’den Sırrı Süreyya Önder …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (9) Hamit BALDEMİR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (9) Hamit BALDEMİR Bir devrimci böyle bir kişiliği kendinde içselleştirmek zorundadır. Çünkü …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (8) Hamit BALDEMiR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (8) Son çözümlemede elbette ilk veri maddedir ve başlangıç pratiktir. Teorinin doğruluğunun …

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (7) Hamit BALDEMiR

DEVRİMCİ KİŞİLİK SORUNLARI (7) Hamit BALDEMiR Devrimci mücadelenin parçalanmışlığı hem kendilerini yetersiz kılıyor ve hem …