Salı , 19 Mart 2024
Home / Güncel / SALDIRI NEREYE VE NİYE? KEMAL BİLGET

SALDIRI NEREYE VE NİYE? KEMAL BİLGET

Siyasetin son gelişmelerini kimi yönleriyle bu yazıda ele alıp değerlendireceğiz.Gelişmeleri gözden geçirmeye başlamadan konuyla ilintili kimi genel yasallıkların altını çizmemiz gerekiyor:
-Siyasette tesadüflere yer yoktur. Çünkü siyaset düşünülüp taşınılan ve bu düşünüp taşınma ardından uygulamaya konulandır. Denmek istenen şudur: Konunun, olayın, olgunun veya amacın üzerinde kafa yorulmuştur, planlaması yapılmıştır ve bunun ardından pratiğe uyarlanmıştır. Buna rağmen istisnası olur mu; belki. Ama istisna stisnadır işte. – Siyasette de fizik kanunları geçerlidir. Siyaset boşluk tanımaz. Sen yoksan eğer herhangi bir siyaset alanında, mutlaka başkaları vardır. O başkaları da genellikle siyasetin öbür ucudur, yani düşmanındır. Bazen ara güçler sahnede görülebilirler. Ama, ara güçlerin siyasette etkinliği hep geçicidir.
-Her yeni kurulan siyasi parti, şüphesiz muhalefet olarak doğar. Amacı ise yönetimi ve iktidarı zaman içerisinde ( seçimle veya devrimle) ele geçirmektir. Amacı bu olmayan bir siyasi oluşuma parti denemez. Siyasi ikdidar amacı olmayan; o hırs, azim ve gayretle çalışmayanlar bir parti değil, bir başka şeydirler. Müzmin muhalefet hali, bir hastalıklı durumu ifade eder.
-Siyaseten yönetimi ele geçirme ve zaman içinde iktidar olma hiç şüphesiz uzun erimlidir. Siyasette uzun erimli tahlil ve tesbitlerin doğruluğu kadar, bu doğrulardan ve doğrultudan sapmamak da devrimci siyasetin temel yasasıdır. Asıl amaç unutulmadan, esas doğrultu sulandırılmadan güncel gelişmeler, yani kısa vadeli somut şartlar ve gelişmeler sağlıklı değerlendirilmek ve gereği yerine getirilmek zorundadır. Bir siyasi parti, temsil ettiği sınıfın ve o sınıfın dostlarının kısa ve orta vadeli sorunlarınının çözümüne öncülük etmezse, kitlelerle bağ kurması, onlara güven vermesi ve iktidar hedefinde ortaklaşması istenilen düzeyde gerçekleşemez.
Özetlediğimiz siyasetin genel yasallıklarını unutmadan Türkiye ve Kürdistan coğrafyasındaki son siyasi gelişmelere kısaca bir göz atalım.
TC devleti Kürdistan’ın her üç parçasında ( kuzey, Güney ve Güneybatı) yeniden işgal politikalarını uygulamaya koymuş durumda. İşgal Kürdistan’la da sınırlı değil. Orta ve kuzey Afrika’dan Güney Kafkasya’ya uzanan bir alanda emperyal politikalar hayata geçirilmektedir. Afrin, İdlip, Akçakale güneyi ve Doğu Akdeniz’de ise ilhaklar gerçekleştirildi.
Özellikle Kuzey Kürdistan’da ve geniş kitleler üzerinde uygulanan dizginsiz devlet terörü kitleleri canından bezdirmiş durumda. Geçmişte Koçgiri, Şeyh Sait ve Ağrı isyanları ardından yerel düzeylerde yaşanan can pazarı, her kürdün benliğine şırınga edilmek isteniyor. Sınırsız ve eşitsiz devlet terörü ile Kürt halkının, TC’nin her türlü kirli politikalarına muhalefet etme azmi ve kararlılığının önüne geçilmek isteniyor.
Bilinir; başsız kitlelerin muhalefeti diktatörleri devirebilir. Ama yerine daha iyisini koyamaz. Bunu bilen TC devlet yöneticileri, gerekli eleme ve sıralamayı da yaparak en başta örgütlü Kürdistan siyasetlerine saldırıyor. 36 yıldır PKK ile sürdürülen “düşük yoğunluklu savaş”ın sınırları her geçen gün genişletiliyor. Herkesler biliyor ve görüyor ki, TC’nin faşist politik saldırılarının ilk hedefi HDP’dir. Öyle ki, saldırlar altında yaşama derdine düşen ve yeni saldırılara gerekçe vermeme telaşı yaşayan HDP tabanı ve HDP yönetimi; satın alınarak üretilen “ihbarcı ve gizli tanık” ifadeleri, fi tarihindeki yaşanmılşlıklar, siyaset farelerinin ( Yakın geçmişin Mehmet Metinerleri ve orhan Miroğluları yalnızca Altan Tan olarak kendilerini göstermiyorlar) beyanları gibi uyduruk gerekçelerle “ siyasi soykırıma” tabi tutuluyor.
Genel olarak Kürdistan siyasetine, özel olarak HDP’ye yönelik “siyasi soykırım” politikalarının tek nedeni TC Devletinin sürdürmekte olduğu emperyal amaçlı savaş politikaları değildir. Mevcut saldırılar “Cephe gerisini sağlama alma”kla sınırlı değildir. Değildir çünkü; TC’nin yaşamakta olduğu siyasi krizi atlatmasının önündeki baş engel de HDP’dir. “Evdeki hesap çarşıya uymadı” derler ya, Devleti küçültmek, harekat kabiliyetini yükseltmek, karar alma süreçlerini hızlandırmak, yasal ve hukiki “ayak bağlarından” kurtulmak, kazanılmış demokratik mevzilerin ve geleneklerin engelleyiciliğini yok etmek gibi amaçlarla AKP öncülüğünde gerçekleştirilen “ BAŞKANLIK SİSTEMİ”, bu sistemini isteyenlerin başına bela olmaya başladı. Özellikle YÜZDE ELLİ nokta BİR şartı, şartı koyanların korkulu rüyası oldu. Seçim kanunun ve diğer ilgili yasaların ne deyip ne demediğine bakılmaksızın bir bilineni yineleyelim: Meclisteki tüm siyasi partilerin tek tek oy oranları, genel seçmen eğilimleri ve sık sık yapılan ankeler gösteriyor ki; hiç bir partinin adayı seçimlerde gerekli oyu alamayacaktır. Yalnızca bu da değil. Mevcut AKP-MHP ve CHP- İYİ PARTİ ittifakları da yüzde ellilere ulaşamamaktadırlar. Yine Türkiye’de yaşayan ve az buz siyasetle ilgilenen herkesler biliyorlar ki; fiili olarak yüzde onbir civarında, potansiyel olarak on milyon kadar HDP seçmeni bulunmaktadır. Ve üstelik bu seçmenin beş- altı milyon kadarı çok kararlı bir seçmen topluluğudur. İşte TC için asıl meselelerden birisi budur.
Bu kararlı beş- altı milyonluk oy sahibi halkı sistem içerisinde eritmek ve etkisizleştirmek hiç kimsenin karı değildir. Yalnızca eritmek ve etkisizleştirmek de değil sorun. O seçmen kitlesi, onun kararlı duruşu ve partisine ( HDP’ye ) sahiplenmesi sürdükçe başkanlık sistemine işlerlik kazandırmak olanaksız değilse de , çok çok zordur. İşte TC devlet aklını kara kara düşündüren öncelikli meselelerden birisi budur. Düşünün ki, CHP’nin yarım ağız dillendirdiği erken seçim olmuş olsun. “Ben devlet başkanı olacağım, hükümeti kuracağım ve Türkiye’yi ben yöneteceğim” i söz olarak bile söylemekten korkan Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanamayacağını söylemek bile yersiz. Bırakın yüzde elli nokta biri, Meral hanım ortaklığı ile bile yüzde otuz, otuz beşleri bulursa iyi. Bozkut Asena’nın yuvaya dönme olasılığı da az değil üstelik. TC devlet aklı ve siyaseti için daha da kötüsü şu: Tayyip’in yanına Devlet Bahçeli yetmez, Asena’yı da koysalar yine de kendi yasal zorunluluklarını yakalayamıyorlar. O halde erken veya zamanında olsun, seçim sonucunda devlet başkanını seçememek gibi büyük bir tehlike kapıda bekliyor demektir. İşte bu kilidin anahtarı HDP seçmenidir. HDP’ye ve onunla birlikte Kürt halkına uygulanan zulüm politikasının asıl nedenlerinden birisi bu. Uygulanan zulümle umuluyor ki; HDP baskı ve saldırıların yoğunluğuna ve süreklüliğine dayanamaz ve dağılır. Başsız ve öncüsüz kalan seçmen kitlesi ne yapacağını bilemez duruma düşer. Ya sandığı boykot eder; ya da gidip CHP başta olmak üzere diğer burjuva partilerine oy verir sanılıyor. HDP seçmeninin seçim boykotu veya burjuva partilerine dağılması durumunda geçerli oyların yüzde elli nokta birini AKP- MHP ittifakı alacak ve böylece Tayyip’in yeniden seçilmesi gerçekleşecek diye umuluyor. HDP seçmeni gibi HDP yönetiminin de direnebileceği gerçeğini Devlet gözardı etmiyor.Onun içindir ki, bir yandan HDP’nin kolunu kanadını kırmak için tüm zor aygıtlarını devreye sokmuş durumda. Asker, polis, legal ve illegal silahlı güçler seferi saldırıya geçirildi ve sahada at oynatıyorlar. Yargı olmayan yargı hapishaneleri Kürt siyasetçilerle doldurmakla meşgul. Kara propagandanın tüm araçları devrede. Yalnız bunlar da değil. Daha fazlasını demeye adabımız elvermediği için “ siyasetin dolgu malzemeleri” diyelim, onlar da devreye sokulmuş durumdalar.
Kimileri zaten görevli olmalılar, kimileri de “ durumdan vazife” çıkaranlar.
Bu sonuncular sanki başka bir ülkede yaşıyorlarmış da olup bitenlerden yeni haberdar oluyorlarmış gibi; sanki Kürdistani siyasetlerin Kürt halkıyla bütünlüğünü bilmiyorlarmış gibi; sanki Kürt halkının sömürge koşullarında yaşadığından habersizlermiş gibi; sanki mücadelenin değişik biçimlerini yalnızca PKK ve HDP ilk kez uyguluyormuş gibi hep bir ağızdan bağırmaya başladılar. Yazıp çizdiklerinin, ağızlarını açıp gözlerini yumduklarının özeti ise şu: “HDP, PKK ile işbirliği içerisindedir” “Ey devlet, ey savcılar, ey emniyet güçleri daha ne bekliyorsunuz” diyen ihbarcı ve derin devletçi Perinçek ağzından ne farkı var bu söylenenlerin? Yok. Ama bu siyaset cambazlarının birden bire ötmeye başlamaları tesadüf değil. Kokuyu aldılar. Belki de birileri kulaklarına fısıldadı: “Devlet ilk kez HDP’yi kapatmayı gündemine aldı” diye.
Yazıyı toparlamaya geçmeden belirtelim: Türkiye’de yalnızca siyasi kriz yaşanmıyor. Bilinenlerin tekrarı olacak ama, ekonomik kriz TC’nin iflas ilan etmesi noktasına doğru hızla ilerliyor. Daha dün yaşandı: Bir yerel mahkeme yargı sistemini tanımadığını, Türkiye’de hukuk sistemi bir yana yasal bir sistemin de olmadığını yüzümüze haykırdı. Eğitim ve sağlık sisteminin gerçek yüzünü Corona vakası gözler önüne serdi. En önemlisi de, son kırk yıl içerisinde 12 Eylül darbesinden buyana uygulanan politikalarla tüm Türkiye toplum yapısının genleriyle oynandı. Ahlak ve vijdan yerlerde sürünüyor. Hırsızlık ve cinsel suçlar tavan yapmış durumda. Mevcut sistemi birinci elden savunanların bile “Çok şükür emniyet güçlerimiz, Diyanet ve tarikatlarımız ayakta durabiliyorlar” diyebilmekten başka savunacakları birşeyleri kalmadı.
Eğer sürdürdükleri dış seferlerden acil ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri kadar yağmayla dönemezlerse- ki çok zor-; eğer HDP ve HDP seçmenini saf dışı edemezlerse, yani büyük bir siyasi krizle, yeni bir devlet başkanı seçememe kördüğümü ile yüz yüze gelmeleri kaçınılmazdır. İşte bu yaklaşan tehlike TC devlet aklını ciddi ciddi korkutmaktadır. Yani ve özetle ; ekonomik, toplumsal ve siyasi kriz kapıda demek için derin analizlere gerek yoktur. Peki bu ağır kriz ortamı aşılabilir ve atlatılabilir mi? Kesin bir “evet” veya “haır “ demek zor. Ama bize yol gösterecek yakın tarihli çok önemli yaşanmışlıklarımız var. Onlar üzerinden bu kriz ortamına bakmakta yarar var.
Gezi Direnişinden ve 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarından söz etmekteyim. Durmadan Tayyip Erdoğan’ı merkeze alan anti proganda sahiplerine peşinen hatırlatalım: Genel olarak toplumlar tarihinde, özel olarak Türkiye’de ender görülebilecek bir kendiliğinden halk ayaklanmasıydı Gezi olayları. Kendiliğindenciliğin tüm özelliklerine sahipti. Ve de doğrudan Tayyip karşıtıydı. Onu korkuttu ve Afrika’ya bile kaçırttı. Fakat Türkiye solu o halk ayaklanmasını (tıpkı devlet kendi lehine yönetemediği gibi ) iyi yönetemedi. Kürdistan siyaseti de Gezi ayaklanmasını iyi okuyamadı. Ona gerekli desteği sunmadı. Sonuçta erki sarsılan Erdoğan Afrika’dan geri gelip koltuğunu sağlamlaştırdı. “ Kahrolsun Tayyip; Kahrolsun AKP- MHP faşizmi” diye bağıranlara üstüne basa basa hatırlatırız ki; Tayyip’in de kulu kölesi olduğu bir devlet var karşımızda ve o yeni bir TAYYİP bulmakta hiç zorlanmaz. Gezi direnşinde ortak davranamayanların 7 HAZİRAN SEÇİM Direnişinde güçlerini birleştirdikleri de herkesin malumu. HDP karşısında 7 Haziran seçim yenilgisini TC devleti asla unutmadı. 7 Haziran’ı 8 haziran’a bağlayan gece devletin “ışıkları hiç sönmedi”. Devletin karar mekanızmaları günlerce düşünüp taşındı ve sonunda Türkiye devlet aklı hiley-i şeriyeye başvurdu: CHP ile AKP’yi iki aylık hükümet kuramama oyunana oturtular. Sonuçlarını beğenmedikleri seçimi iptal ettirdiler. İkibuçuk milyon sahte oyla ( arkası mühürsüz ve yasal geçerliliği olmayan oylar YSK kararıyla sabit olmuştu. Fakat geçerli sayılmak kaydıyla) tekrarlanan seçim “ kazanılmıştı”. Tüm bu yaşanmışlıkların yanı sıra hatırlatıp vurgulayalım ki;
Yaşanan krizin boyutu her ne olursa olsun, ağır kriz ortamında dahi yönetenleri yönetimden alaşağı edebilmek için birilerinin o oturulan koltukları arkadan itelemesi gerekir. Taaa Gezi Direnişinden beri iktidarın dıştan ve üçüncü ortağı olan ; 7 Haziran 2015 akşamından itibaren ise iktidar ortaklığını perçinleyen CHP; HDP ile aynı fotograf karesinde bile görünmek istemiyor. Umuyor ki başı koparılmış ve ortada kalmış HDP seçmeni kendisine oy verecek ve o da ortakları karşısında böylece iktidar payını artıracaktır. Diyelim ki Devlet zoruyla CHP’nin umutları gerçek oldu. Ne değişir? Hiçbir şey… Peki kendi devlet başkanını seçememek riski ile karşı karşıya olan TC devlet aklı bu durumda ne yapacak? Çıkmazdan nasıl çıkacak? O tüm kartlarını siyaset sahnesine sürmeye başladı bile. Yukarıda belirttiğimiz devlet terörünün her türünün yanı sıra Perinçek ve onun gibileri en ön cepheye sürmüş durumdalar. 12 Eylül darbesinin ön hazırlayıcıları (Çatlı, Ağar, Korkut Eken ve Engin Alan tesadüfen ortak resimlerini paylaşmıyorlar) yeniden boy göstermeye başladılar. Darbe söylentileri en yüksek yargı organı üyelerince dillendirilmeye başlandı. Yani…? Yanisi şu: TC Devletinin önünde iki seçenek var. 1- Darbe 2- AKP+ CHP milli mutabakatı ile krizi atlatmaya çalışmak. Milli mutabakat ittifakını geniş tutmak dışında üçüncü bir alternatif kesinlikle yoktur. CHP’den medet umanlara önemle duyurulur.
Bize, yani ne Kürt halkına ne de Türkiye soluna burjuva cepheleşmelerden bir hayır gelmeyeceği yaşanmışlıklarla sabittir. Birleşik Halk Cephesini yaratmak ve adım adım kendi öz gücümüzle kazanımlar elde etmeye ve onları korumaya çalışmaktan başka yolumuz yoktur. Bu aynı zamanda devrimci olmanın ve daha iyi yönetme iddiamızın da ön koşuludur.
İşkenceci midemize tekme sallarken kafamızı avuçlarımız arasına almayız değil mi? İşkencede tırnağı çekilen oy dişim diye bağırmaz. Konu bu kadar açık ve nettir. Eğer TC devleti dostunuz değil de düşmanınızsa, o tüm gücüyle HDP’ye saldırmakta şimdi. Bize, her Kürt bireyine ve her devrimciye düşen görev ise belli: En geniş anlamıyla HDP’yi sahiplenmek..Üye olmak, yönetimi üstlenmek; saldırıyı püskürtmenin yol ve yöntemlerini birlikte aramak…Birlikte saptanan yolda birlikte yürümek.

Kemal biget

Diğer Başlıklar

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-5- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Ölüyoruz Birer Birer!.. Sabah olmuş sofranın başına toplanmışız, kahvaltı yapmaktayız. …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-4- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Ölüyoruz Birer Birer…! Sabah olmuyor. Dönüyor, kıvranıyoruz fırıldak misali. Geceyi …