Cuma , 19 Nisan 2024
Home / Güncel / HALİT ÇELENK’in BARIŞ SAVAŞÇILARI adlı ANILAR kitabından AKÇADAĞ KÖYLÜLERİNİN 18 Ağustos 1969 Tarihli DURUŞMASI – 1

HALİT ÇELENK’in BARIŞ SAVAŞÇILARI adlı ANILAR kitabından AKÇADAĞ KÖYLÜLERİNİN 18 Ağustos 1969 Tarihli DURUŞMASI – 1

HALİT ÇELENK’in BARIŞ SAVAŞÇILARI adlı ANILAR kitabından AKÇADAĞ KÖYLÜLERİNİN 18 Ağustos 1969 Tarihli DURUŞMASI – 1

TESLİM TÖRE’DEN BİR ANI – Halit Çelenk

“Polis dayağının erdemi”

1967 yazı. Kızlarımızdan Ferda ortaokulda okuyor, Serpil Hacettepe Üniversitesi kimya bölümü üçüncü sınıf öğrencisi ve İzmit’te bir rafineri yağ fabrikasında stajını yapıyor. Eşim Şekibe ile birlikte kızımız Serpil’e yakın olmak düşüncesiyle yaz tatilini geçirmek için Hereke’ye gidiyoruz. Hereke halı fabrikasında çalışan işçi arkadaşların yardımı ile bir işçi oturduğu evin bir odasını bize kiraya veriyor. Böylece sık sık İzmit’e gidiyor, kızımızı görüyor ve özlem gideriyoruz. Tarihini anımsayamadığım bir gün, Hereke’nin ana caddesinde Şekibe ile birlikte yürürken yanımızda bir motosiklet duruyor; motosikletten iki delikanlı iniyor ve bana:

— Abi, sizi Malatya’ya götürmeye geldik, diyorlar. Ankara yaşamımda üniversitelerde ve dışarıda ortaya çıkan öğrenci olayları, yayınlanan bildiriler, yapılan toplantılar ve yürüyüşler nedeniyle gözaltına almalar, suçüstü duruşmalarıyla ilgili sık sık yardıma çağrıldığım için gençlerin gelişini yadırgamıyorum. Bir yandan beni Hereke’de nasıl bulduklarını düşünürken, bir yandan da onlara ‘Olay nedir?’ diye soruyorum. Gençlerden birisi:

— Malatya’da kalabalık bir köylü topluluğu kendi sorunlarıyla ilgili bir yürüyüş yaptılar. Teslim Töre, Ali Erdoğdu (Yayıncı yazar Vahap Erdoğdu’nun amcası) ve arkadaşları bu toplantıya öncülük yaptılar. Sloganlar atıldı, pankartlar taşındı. Teslim Töre, Ali Erdoğdu ve arkadaşlarından 10 kişiyi tutukladılar. Yarın Malatya ağır ceza mahkemesinde, saat 9’da duruşmaları yapılacak.
Arkadaşlar sizin bu davaya savunman olarak katılmanızı ve kendilerine yardım etmenizi istiyorlar. Biz, bunun için sizi aradık, sorduk ve buraya geldik.’ diye olayı anlatıyor. Eve uğruyor, her zaman hazır bulundurduğum ve içinde Anayasa, Ceza Yasası, Ceza Yargılamaları Usulü Yasası, Dernekler Yasası, Basın Yasası, Sendikalar Yasası, Toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasası, vb., bulunan çantamı alıyor ve E 5 karayoluna çıkıyorum. Gençler, öğrenciler, işçiler, rençberler, dernek yöneticileri, yazarlar, gazeteciler, sendikacılar, vb. haklarında genellikle bu yasalara göre dava açıldığı için çantamda her zaman bunları bulunduruyorum. Bir otobüse binerek İstanbul’a gidiyor ve İstanbul’dan Malatya’ya hareket ediyorum. Sabah saat dokuzda Malatya ağır ceza mahkemesinin önüne geliyorum. Binanın önündeki alan bir miting alanı gibi. Çoğunluğu köylerden akın eden köylüler ve kentin meraklıları ile dolu. Emniyet görevlileri çeşitli önlemler almış, alan trafiğe kapatılmış, mahkeme koridorları dolu olduğundan emniyet görevlileri kimsenin adalet binasına girmesine izin vermiyorlar. Malatya’da ilk kez bu çapta bir toplantı ve yürüyüş düzenlenmiş, köylü ve halk, merak ve heyecanla duruşmanın sonucunu bekliyorlar. Bir avukatın, dava dosyasını incelemeden, sanıklarla görüşmeden, gerekli hukuksal araştırmaları yapmadan duruşmaya katılması avukatlık açısından yanlış olduğu gibi yapılacak görev yönünden de sakıncalar taşır. Bunu biliyorum. Ama koşullar böyle bir hazırlığa elvermiyor. Bir gün önce öğleden sonra olayı öğreniyorum.

Duruşmaya güç yetişiyorum. Beni buraya getiren gençlerin bana verdikleri kısa bilgiler, sanıkların komünizm propagandası yapma suçuyla yargılanmalarıdır. Suç kanıtlarını, gelişmeleri, sanıkların emniyet anlatımlarını, varsa yazılı belgeleri ancak okunacak iddianameden öğrenme durumundayım. Adalet binasının kapısında bulunan emniyet görevlisine sanıkların avukatı olduğumu söylüyor ve içeri giriyorum. Koridorlar, köylülerle dolu. Salonda yerimi alıyorum. Tutuklu sanıkları getiriyorlar. Onları ilk kez salonda görüyorum. Uzaktan selâmlaşıyoruz. Bana bakışları ve baş hareketleriyle hoş geldiniz diyorlar.

Duruşma başlıyor. Savcı iddianameyi okuyor; özet olarak sanıkların, attıkları sloganlarla, taşıdıkları pankartlarla komünizm propagandası yaptıklarını ileri sürerek Ceza Yasasının 141-142 maddelerine göre cezalandırılmalarını istiyor. Sanıklar yapılan sorgularında bu savları red ediyor, propaganda amacı ile hareket etmediklerini anayasal haklarını korumak için yürüyüş yaptıklarını söylüyorlar. Burada anımsatmakta yarar vardır ki 12 Mart faşizmi öncesindeki o yıllarda (1962-1969 yılları) 141-142 maddelere dayanılarak yapılan soruşturmalar daha çok Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerde açılıyordu. Anadolu’da bu tür davalara az rastlanıyordu. Büyük kentlerde de genellikle yayınevlerinin yayınladıkları kitaplar, derneklerin yayınladıkları bildiriler, şiir kitapları, öykü ve romanlar, çeviri yapıtlar hakkında davalar açılıyordu. 1961 Anayasasının getirdiği özgürlükler ortamında bu davaların önemli bir bölümü beraat kararlarıyla sonuçlanıyordu. Mahkemelerce bilirkişi olarak seçilen öğretim üyeleri, Sulhi Dönmezer, Recai Galip Okandan vb. gibi tutucu bir kişiliğe sahip olanlar dışında genel olarak düşünce suçları karşısında olumlu raporlar veriyorlar, düşünce açıklamasını suçlamaktan kaçınıyorlar ve mahkemeler de bu raporlara dayanarak aklanma kararları oluşturuyorlardı. Büyük kentlerin dışında kalan illerde hâkimlerin çoğu bu tür davalara rastlamamış olmaları ya da az rastlamaları nedeniyle yargılamada güçlüklerle karşılaşıyorlardı. Sorgular tamamlandıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra ben söz alıyorum. Olayda uygulanması istenilen Ceza Yasasının 141-142 maddelerinin salt düşünce açıklamasını cezalandıran maddeler olduğunu, düşünce açıklama özgürlüğünün insan haklarının başında geldiğini, bunun suç sayılamayacağını, söylüyor ve bu nedenle savcı tarafından ileri sürülen savların geçerli olmadığını, sanıkların propaganda amacıyla değil, kendi sorunlarını dile getirmek amacıyla yürüyüş yaptıklarını benzer olaylar için Yargıtay’ın örnek kararları bulunduğunu, bu nedenle sanıkların salıverilmelerini ve beraatlarına karar verilmesini istiyorum. Mahkeme, konuyu görüştükten sonra tüm sanıkların salıverilmelerine karar veriyor. O gün öğleden sonra sanıklar ceza evinden çıkıyorlar. Geniş bir çay bahçesinde oturuyoruz. Bini aşkın köylü ve kentli bizi izliyor, seyrediyor ve dinliyor. Çay bahçesi adeta bir düğün yeri. Köylü ve dinleyicilerle söyleşiyoruz.

Teslim Töre, Ali Erdoğdu ve serbest bırakılan arkadaşları daha sonraları teşekkür etmek için Ankara’daki evimize bizi görmeye geliyorlar. Bol bol söyleşiyoruz. Teslim Töre, Şekibe ve bana Malatya ceza evinde geçen bir olayı kahkahalarla gülerek anlatıyor:— Malatya cezaevi o dönemde cadde üzerinde ve caddeye bakan pencereleri olan bir yapı. Sanıkların kaldıkları koğuşun pencerelerinden ana cadde görülüyor. Bir gün caddeden bir grup polis memuru geçiyor. Pencereden dışarıyı seyreden tutuklular polis memurlarını işaret ederek: Frukolar geçiyor diye bağırıyorlar. (O yıllarda polisler başlarına beyaz şapka giyiyorlar ve gençler de onlara ‘Fruko’ diyorlardı.) Bunu işiten ve öfkelenen polisler cezaevine giriyorlar, koğuştaki tutukluları kapı altına indiriyor ve kenarda yığılı odunları alarak onları dayaktan geçiriyorlar. Beline ağır bir odun darbesi inen Mehmet adındaki tutuklu: “Hey büyük Allah’ım yetiş..” diye bağırıyor. Dayak yiyen tutuklular perişan bir halde koğuşlarına dönüyorlar. Teslim Töre bunları anlattıktan sonra sözlerini şöyle sürdürüyor:— Abi ben bu Mehmet’e içeride haftalarca materyalist teoriyi anlattım, kitaplar verdim, onu eğitmeye çalıştım. Evrenin ve doğanın dışında, varlıktan bağımsız bir güç olmadığını, yaratma denilen olayın gerçek dışı olduğunu, Tanrı ve benzeri kavramları insanların yarattığını, bunların gerçek olmadığını uzun uzun anlattım. Mehmet bütün anlattıklarımı onaylıyor ama konu Tanrıya gelince: Olur mu abi, her şeyi söyle ama Tanrıya dokunma, diye itiraz ediyordu. Odun dayağından sonra koğuşa çıktık, bana şunları söyledi:— ‘Bizim köyde geceleyin dışarıda bir köpek havlasa pencereyi açar, ya da dışarı çıkar bakarız, bu köpek hasta mı, yaralı mı? diye. Polis odunu belime indirdi, belimin kemiği kırıldı, Allah’ım yetiş diye bağırdım, kimse gelmedi, ses seda çıkmadı. Teslim kardeş sen haklısın, var olsa gelirdi; demek yokmuş.’

Teslim konuşmasını sürdürüyor:— Abi ben bu adama içeride bu kadar anlattım, kitaplar verdim okuttum. Bir türlü inandıramadım. Ama polisin odunu onu adam etti, aklını başına getirdi. Polis dayağının böyle erdemleri de var!..

[Benim notum: Yazı başındaki ”1967 yazı” aslında 1969 Ağustosudur. 9 Mayıs 1969 Tarihli Keller – Hançerli Köylüleri Mitinginden bir süre sonra tutuklanan Süleyman Kırteke, Köse Polat, Hallahurt Mehmet Ali Özdoğan, Hacı Güray Tonak, Teslim Töre ve Reşo Ali Erdoğdu, Ocak ayında yayınladıkları ortak bildiri bahane edilerek tutuklandılar. İki aydan fazla süren tutuklulukları Halit Çelenk, Niyazi Ağırnaslı ve Malatyalı avukatların davaya müdahil olmaları sayesinde 18 Ağustos tarihli duruşmada sona erdi. –

Samet Erdoğdu

16.09.2020

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …