Cuma , 29 Mart 2024
Home / Gençlik / 19 Mayıs 1994 ‘Çîyayê Bêzar’ Katliamı! Samet Erdoğdu

19 Mayıs 1994 ‘Çîyayê Bêzar’ Katliamı! Samet Erdoğdu

19 Mayıs 1994 ‘Çîyayê Bêzar’ Katliamı

Biz doğum kayıtları olmayan bir halkın çocuklarıyız. Nüfus kayıtlarımızdaki doğum tarihlerimiz yanlıştır. Çoğumuz birinci ayın birinde, ikinci ayın ikisinde, üçüncü ayın üçünde doğmuşuzdur. Kayıtlar öyle söyler. O yüzden sevdiklerimizin doğum günlerini kutlayamayız. Ölüm yıldönümlerinde anarız onları.

Ölüm yıldönümleri, gerçek doğum günleri gibidir. Ölümsüzlüğe, sonsuzluğa doğum… O yüzden doğum kayıtlarındaki rasgele tarihlere göre doğum günü kutlaması yapmayız; kesin tarihi belli ölüm günlerini temel alırız.

Ölüm günleri, kendilerini kanıtlamışların doğum günlerdir. Anlamlı bir yaşamı gerçekleştirebilenlerin; fiziken can vermiş olmalarına rağmen manen canlanmaları, hayat bulmalarıdır.

Mayıs ayı içinde katledilen devrimci fedailer saymakla bitmez. Birçoğu artık gelenekselleşmiş olan anma günlerinde çeşitli etkinliklerle anılır, hatıraları canlı tutulur. 6 Mayıs, 18 Mayıs, 31 Mayıs günlerinde can veren devrimcileri yad etmek devrimci hareketimizin yerleşmiş geleneğidir artık.

Bir de adları fazla bilinmeyen, seslendirilmeyen, gitgide ”meçhul kahraman” haline gelerek unutulan militanlarımız var. Sınırlı sayıda kimse tarafından bilinir, tanınır, anılırlar.

”Bezar Dağı Şehitleri”, işte bu ”meçhul kahramanlar” ordusundan bir grubu ifade ediyor.

Bezar Dağı Şehitleri, zaman zaman dile getirildiyse de hafızalarda yer edecek derecede kamuoyuna, kitlelere mal edilemedi.

Bezar’ın öyküsü, devrimci hareket için sadece bir direniş, mücadele öyküsü değildir; aynı zamanda bir toplu katliam, kitle katliamı öyküsüdür. 1 Mayıs, 16 Mart, 24 Aralık, 2 Temmuz ve daha saymadığımız öteki katliamlar gibi; Bezar Dağı katliamı da TC tarihinin içyüzü karanlıkta kalmış olan en kanlı katliamlarından biridir.

Bezar Dağı Katliamı, katliamın gerçekleştiği tarihte İHD’nin araştırmalarıyla gündeme getirildi; haftalık Newroz Gazetesi ve çeşitli devrimci gazetelerce duyurulduysa da zamanla gündemden düştü; adeta unutuldu. Olay, en ayrıntılı biçimde Evrim Alataş’ın ”Her Dağın Gölgesi Deniz’e Düşer” adlı kitabıyla bir kez daha öne çıkarıldı. Ama bu anlatım bile Bezar Katliamı Kurbanlarının kamuoyunun gündemine yerleşmesine, katliamın kitlelerin gündemine girmesine yetmedi.

Türkiye’de kitle katliamlarının neredeyse hepsinin ardındaki sır perdesinin açılmadığını; suçluların deşifre edilmediği ve cezalandırılmadığını biliyoruz. Türk Hukuk Sistemi, Türk Mahkemeleri kitle katliamlarını aydınlatmak ve suçluları cezalandırmak için değil; olayları daha da karartmak, suçluları aklamak için tesis edilmiştir. Bezar Dağı Katliamı da öteki kitle katliamlarının uğradığı akıbetten kurtulamamış; katliamın sırları aydınlatılmamış ve sorumluları cezalandırılmamıştır.

Bezar Dağı Katliamı’nı gazeteci Ferhat Çelik ”28 gencin son gördüğü dağ Bêzar’dı” başlıklı yazısında şöyle anlatıyor:

”Meletî ve ilçelerinden 22 dershane öğrencisi genç 16 Mayıs günü dağ yoluna düştüler. Görgü tanıkları bir minibüsle “Piknik yapmaya gidiyoruz” diye yola çıkan gençlerin düğüne gider gibi neşeli olduklarını anlatıyor. Dağın yamaçlarına geldiklerinde minibüsten inen gençler, Bêzar’a tırmanmaya başladı. Burada 6 PKK’li ile buluşan gençler geceyi dağda geçirdi. Ertesi gün ise kimilerine göre ihbar kimilerine göre ise bir itirafçının ifadeleri doğrultusunda askerler Bêzar Dağı’nı çembere aldı.

Ve tarih 17 Mayıs’ın sabah saatlerini gösterdiğinde askeri helikopterler Bêzar üstünden uçarken, binlerce asker 22 silahsız sivil ve 6 PKK’linin etrafını sarmıştı. Anlatıma göre 6 PKK’li, 22 silahsız öğrenciyi yukarılara doğru çıkararak askerlerle karşılaşırlarsa teslim olmaları için ikna etti. PKK’liler gençleri korumak için yolu keserek askerleri beklediler, çıkan çatışmada 6 PKK’li yaşamını yitirdi.

Aynı saatlerde çevrede bulunan Şêxbor, Bowık, Qotır köylülerinin gözü önünde çıplak dağın orta yerinde ellerinde tek silah olmayan 22 gencin başına kobra helikopterleri bomba yağdırdı. Alev topuna dönen Bêzar’da ellerini teslim olmak için havaya kaldırmış gençler, 3 saat süren bombardıman sonucunda öldürüldü. Dönemin görgü tanıkları, gençlerin vücudundaki yanıkları ve dağa yayılan ağır kimyasal kokusunu dün gibi hatırlıyor. Zulüm bununla da bitmedi ve cenazeler at ve katırlara bağlanarak karayoluna kadar yerde sürüklendi. Buradan kamyon kasasına atılan 22’si sivil 28 gencin cenazeleri Semsûr’a getirilerek karakol bahçesinde bekletildi.

Bêzar katliamına tanıklık edenler, o acıyı hâlâ yüreklerinde yaşadıklarını söylüyor. Bêzar Dağı’nın hemen dibinde bulunan Aleviler için kutsal mekanlardan Şêxbor Ziyareti’nin bekçisi Hüseyin Ergün de yaşananları anlatmakta güçlük çekiyor. “Hepsi daha talebeydi” diyerek sözlerine başlayan Ergün, dağa ilk çıktıkları zaman gençlerin bir düzlükte top oynadıklarını gördüğünü söyledi. Katliamın yaşandığı saatlerde keçilerini otlatmak için Bêzar Dağı’na çıktığını belirten Ergün, “Öğlen saatlerinde bir gümbürtüyle ayağa fırladım, yukarı tırmanmaya başladım. Keçiler kendilerini aşağı doğru bırakırken ben de sırtı aştığım sırada askerlerle karşılaştım. Binlerce asker dağın etrafındaydı ve beni hemen uzaklaştırdılar. Helikopterin biri gidip diğeri geliyordu. Bombalamadan bir gün sonra ben olayın olduğu yere gittim. Her taraf kan olmuş, gençlerin elbiseleri, eldivenleri, boncukları, ayakkabıları hep yanmış. Kendi kendime “hey evleri yıkılasılar bu çocukların ellerinde silah yok teslim olmuşlar” diye ağladım.

Dönemin İHD Meletî Şube Başkanı Hasan Buran ise Bêzar Dağı’nda yaşamını yitirenlerin ailelerinin kendisine başvurması üzerine Semsûr’a gittiklerini, orada korkunç bir manzarayla karşılaştıklarını söyledi. Buran, “İrfan Çintay’ın babası Ali Çintay benim yanıma gelerek çocuklarının ve 27 kişinin daha çatışmada öldüklerini söyledi. Savcılığa başvurarak bir heyetle Semsûr’e (Adıyaman) gittik. Adıyaman Komando Birliği’nin olduğu karakolun yanına gittiğimizde düz bir alana dizilmiş biçimde 28 cenazeyi gördük. Cenazelerin birçoğu yanmıştı, iç organları dışarı çıkmıştı, vücutlarının büyük bölümleri parçalanmıştı, bu parçaları tenekelere doldurup insanların teşhis etmesi için dizmişlerdi. Biz ailelerle birlikte 4 cenazeyi aldık. Fidel Töre, İrfan Çintay ve Yusuf Bektaş’ı Gölpınar köyünde, aynı zamanda amcamın oğlu olan Ferhat Buran’ı ise Hisardere köyünde toprağa verdik” diye konuştu.

Böylece, vücutları tanınmaz hale gelen 17 gencin cenazesi karakol bahçesinde teşhir edilip hiçbir dini vecibe yerine getirilmeden kimsesizler mezarlığına toplu olarak gömüldü. Halk ise toplu mezarı anıta dönüştürerek, kutsal mekan haline getirip çiçeklerle bezedi.

Bêzar Dağı’nda kimyasal bombayla son bulan 28 gençten 24’ünün isimleri şöyle; “Ali Elçi, Kamber Yamaç, Kamber Yavuz, Doğan Öter, Fidel (Şükrü) Töre, Hüseyin İlhanlar, İsmail Tümen (Mehmet Emin), İrfan Çintay (Rüstem), Şeyho Çayır, Mustafa Sincer, Bahri Ekinci, Hüseyin Bozkuş, Kamber İlhan, Hüseyin Çintay, Ferhat Kanlıbaş, Yusuf Boztaş, Cemal Bağcı, Ferhat Buran, Hüseyin Sarıtaş, Ergün Bozkuş, Yusuf Turan, Seyit Ahmet Özdemir (Edip), Deniz Güner, Yusuf Pektaş.” http://www.ozgur-gundem.com/

Bezar Dağı Katliamı bilinçli, planlı bir katliamdır. Evrim Alataş, “Her Dagin Gölgesi Denize Düser” adli kitabında dağa giden gençlerin bir kısmının kiralanan dolmuşlarla, bir kısmının da günlük sefer yapan dolmuşlarla Adıyaman’a gittiğini; gidecekler listesinin önceden yapıldığını, dağa gideceklerin, ağızlarını sıkı tutmaları, topluca gezmemeleri konusunda ikaz edilmelerine rağmen hep beraber pastahanelerde oturup, sesli hayaller kurduklarını; hatta bir seferinde, böyle topluca otururlarken pastaneye polislerin geldiğini, hepsinin kimliklerini toplayıp isimlerini yazdıklarını anlatıyor. Dağa giden gruplardan Fidel, Ergün, Yusuf ve bu üçünün kız arkadaşları Adıyaman’a günlük sefer yapan dolmuşlardan birine biniyor ve öyle gidiyorlar. Kızlar, ailelerine haber vermediği için aileleri telaşlanıyor; polise haber verip, bu gruptakilerin isimlerini söyleyerek ”kızlarımızı kaçırdılar” diyorlar. Yani polis, daha baştan grupların gidişinden haberdar durumdadır. Bundan sonrasını Evrim Alataş şöyle anlatıyor:

”Çiyayê Spi’ye vardık. Öyle dedi kılavuzumuz: Bu dağın adı Çiyayê Spi…

Bir mağara ağzına çıktık. İçeriden İrfan ve yanında iki arkadaşı belirdi. İrfan önce kardeşi Taylan’la kucaklaştı. …

Şaşırmışlardı. ”Bu kadar çok olacağınızı beklemiyorduk” dediler. Gururlandık. …

Hepimiz sırayla kendimizi tanıttık.

Sonra İrfan, Taylan’ı kenara çekti. Üniversite öğrencilerinin neden gelmediğini sormuş. Onlar ayrı bir kafile halinde geleceklermiş.

Yanımıza döndüler. İrfan, ”Bir yanlış anlaşılma olmuş arkadaşlar, bayanları şimdilik alamıyoruz,” dedi. Demesiyle beraber herkesin yüzüne şaşkınlık çöktü. Kızlar, ”Olur mu ya, bu kadar geldik. Nasıl dönelim? Hem şimdi ortalık ayaklanmıştır,” dediler. Sesler birbirine karıştı. Ardından İrfan, ”O zaman sizleri Adana’ya gönderelim. Oradaki çalışmalara katılırsınız, sonra da oradaki arkadaşlar sizi saflara katarlar,”dedi. Kızlar yine ikna olmadı. Ama karar kesindi. İrfan, çok net bir sesle konuşmuştu.

Taylan’a dönüp, ”Sen de gelmiyorsun. Üniversiteli arkadaşları getirme işi senin,” dedi. Taylan da üsteledi, ”İyi de gidersem yakalanırım, deşifre oldum,” dedi. İrfan aynı net tavırla, ”Gizlenir, bir yolunu bulursun,” cevabını verdi. …”

Evrim Alataş dağda katledilenlerden Fidel Töre’nin ağzından aynı saatlerde askerlerin Fidel’in evini bastığını ve onu sorduğunu anlatıyor:

”Bizim böyle tartıştığımız saatlerde, sabahın köründe askerler bizim eve gitmiş. Annemi uyandırmış, ”Oğlun kız kaçırmış, nerede?” diye sormuşlar.”

Evrim Alataş, muhtemelen bu diyalogların geçtiği sırada orda bulunan, daha sonra abisini geri çevirmesi nedeniyle katliamdan sağ kurtulan Taylan Çintay veya öteki tanıklardan edindiği bilgilere dayanarak bundan sonrasını şöyle devam ediyor:

”İrfan, Geri dönecek arkadaşlar zaman kaybetmeden hazırlansınlar,” dedi. Bunun üzerine ortalık karıştı. Bir kızla bir oğlan ağlamaya başladılar. Sonra milletin ortasında birbirine sarılıp öpüştüler. İrfan ve diğerleri sinirden kıpkırmızı olmuştu.

İrfan, Taylan’a dönüp ”Bu ne rezalet?” dedi. Taylan başını eğdi. Sonra, ağlayan çocuğa dönüp ”Sen de gelmiyorsun,” dedi. Çocuk bunu duyunca duruldu ve hiç itiraz etmedi.

Gidecekler ve kalacaklar belirlendi. Ardından, hazırlanan mercimek lapasını yemeye başladık. …

Bir zaman sonra kızlar, Taylan, kılavuz ve ağlayan çocuk, eyvallah edip ayrıldılar.”

”Her birimiz elimize birşeyler aldık. … Yola koyulduk. Bizi eğitileceğimiz birliğe teslim edeceklerdi.”

”Hava kararıyordu. Kayalık bir yerdeydik. Helikopter sesleri geldi. Kayaların arasına saklandık. Bir tur atıp gittiler. ”Keşif yapıyorlar, sürekli oluyor bu,” dedi İrfan. Rahatladık. Helikopter sesleri uzaklaşınca, yürümeye devam ettik. Yönümüz Bezar Dağı’na doğruydu. Adıyaman’ın içinden baktığında görünen çıplak Bezar…

Bir yer bulduk. Mağara. Oraya girdik, geceyi burada geçirecektik. … Kapıda silahlı iki kişi nöbet tutarken, bizler taşların üstüne uzanıp, hemen uyuduk…

Sabah, tan yeri yeni yeni ağarıyordu ki uyandırıldık. …

Bir şeyler yiyip, yola çıktık. …

19 Mayıs 1994…

Saat sabahın onu… Bir helikopter sesi duyduk. Düz, çırılçıplak yamaçtaydık. Helikopter tepemizden geçti. Yere yattık. Yatsak ki ne olacak? Görmeyecek mi? Silahlı olanlar, silahlarını hazırladı. Biz silahsız çaylakların rengi attı.

Tarifsiz bir telaşa düştük. Etrafımıza baktık, kaçacak yer yok. Her yer düz. Ne altına sığınacağımız boktan bir ağaç, ne dibine sineceğimiz kıçı kırık bir kaya. Düz ova… Arpa ek! …

Sonra, helikopterden silah sesleri geldi, hepimizi taradılar. …

Aynı gün köye gitmiş askerler. Anneme, ”Git ölünü al, Adıyaman’da” demişler. Annem inanamamış. …

Beş – on dakika geçmemişti, annemi gördüm tepemde. …

Yüzü dağılmıştı. Tek bir ifade taşımıyordu yüzü. Ağlamış mıydı? Hayır… Asık suratlıydı. Gözleri kızarmıştı. Bana baktı, geçip gitti. Sonra yine döndü. Başında bir asker bekliyordu. Tanınmayacak halde miydim? İlk anda emin olamamıştı. İkinci defa geldi. Tanımadığı, bilmediği bir cismi inceler gibi inceledi yüzümü. Sonra eğilip öptü yanağımı. Kafamı okşadı. ”Afferim size, elinize sağlık, ne büyük iş başarmışsınız,” diye mırıldandı askerlere doğru. Askerler, ”Senin mi?” dediler. Kafasını salladı. Uzaklaştı. …

Bir süre sonra annemle dayımın oğlu beraber geldiler. Ellerinde bir çadır vardı. Beni çadıra sardılar. Arabanın arkasındaki iki koltuğu çıkarıp yan yatırdılar, içine uzattılar beni. Yola çıktık. Annem ne konuştu, ne ağladı. Dayımın oğlu hep ağladı.

Geceyarısı köye vardık. …

Az sonra köylüler toplanacak. Kapının önünde özel timler bekliyor. Birazdan diğer cenazeler de gelecek köye. Feryat figan kopacak. Özel timler, ”Kaldırın leşlerinizi!” diyecekler. Bizler kaldırılırken, kapının önünde özel timleri gören köylü korkacak, korkacak da cenazeye gelmeyecek.”

Evrim Alataş, katliamda yaşamını kaybedenlerin bir çoğunun yakın akrabası, çocukluktan itibaren arkadaşıdır. Katliam hakkında ayrıntılı bilgiler edinmiştir. Gerilla birliğine kumanda eden İrfan, gruba katılan acemileri götüren Taylan kendi köylüsü ve yakın arkadaşıdır. Bu bilgilere dayanarak, katliamda can veren Fidel Töre’nin ağzından olayı anlatmaktadır. Katliamda can verenlerin bedenlerinin parçalandığını, kimyasal maddelerle yandığını ayrıntılarıyla yazmamasının özel nedenleri vardır. O acıyı bir kez daha hem kendisi yaşamak istemediği hem de ölenlerin ailelerine hatırlatmak istemediği düşünülebilir. Zira o ailelerin bu kitabı okuyacakları kesindir. Ancak zamanın tanıkları katliamda uygulanan vahşeti gayet iyi bilmektedirler ve bu, basına da yansımıştır. Katliamda can veren Fidel 22 Nisan 1976 doğumludur. Yani katliam esnasında 18 yaşına henüz girmiştir. Diğerleri de onunla akrandır. Üniversiteye hazırlanan dershane öğrencileridir. Dağda bulunan 6 kişi dışında hiçbirinin silahı yoktur ve bunlar silah kullanmayı da bilmemektedirler.

16 Mayıs’ta Malatya’dan ayrılıp 19 Mayıs’ta Bezar Dağı’nda katledilen gençler elbetteki piknik yapmaya gitmiyorlardı. Onlar gerillaya katılmaya karar vermişlerdi. Ancak henüz ellerinde silahları bile bulunmayan siviller durumundaydılar. Devlet bu silahsız grubu düpedüz imha etmişti.

Gençlerin hepsi devrimci sempatizandı. Daha çocukluklarından itibaren TKEP – KKP militanları ile karşılaşmış, onlardan etkilenmiş, bir çoğu onlara kuryelik, gözcülük etmişlerdi. Dağdaki gruba kumanda eden İrfan ve kardeşi Taylan Çintay’ın babası Ali Çintay THKO’nun kır gerillası faaliyetleri sırasında devrimci mücadeleye katılmış; THKO – MB (Emeğin Birliği) içerisinde faaliyet yürütmüş, TKEP davasından Diyarbakır Zindanında hapis yatmış, cezaevinden çıktıktan sonra da KKP ile faaliyet yürütmüş bir devrimciydi. Ölenlerden Ferhat Buran, KKP Davasında hapis yatmış Hasan Buran’ın amcası oğluydu. Fidel’in amcası Teslim Töre TKEP Genel Sekreteri, Teslim Töre’nin çocukları Hasan ve Şükrü de TKEP – KKP militanları olarak faaliyet yürütmüş ve olay esnasında zindanda bulunan devrimcilerdi. Evlerinde devrimciler eksik olmazdı. Daha çocukluklarından itibaren büyüklerinin aranması, tutuklanması, işkence görmesi, hapis yatması onların yaşamlarının parçası olmuştu. KKP’nin bölgede faaliyet yürüttüğü dönemde henüz çocuk yaşlarda olan bu gençler büyüdüklerinde KKP faaliyetleri bölgede kesintiye uğramıştı. O nedenle KKP’nin örgütsel yapısı ile tanışmaları, içinde yer almaları ve örgüt deneyi edinmeleri mümkün olmamıştı. Bölgede doğan boşluk neticesinde gençlerin karşısında PKK dışında alternatif kalmamıştı. Onlar da enerjilerini, mücadele arzularını gerillaya katılarak gösterdiler. İrfan, Trabzon’da üniversite öğrencisi iken PKK ile bağlantıya geçmiş ve çevresindeki gençleri örgütlemeyi başarmıştı. Ancak örgüt tecrübelerinin olmaması yüzünden gençler gizlilik kurallarını bilmiyorlardı; kurallara uyulmamasından dolayı çabucak deşifre oluyorlardı; hareketleri konusunda polise rahatlıkla bilgi sızıyordu.

Devrim için can veren bu gençlerin bir kısmını ben de yakından tanıyorum. Tanıdığım gençlerin ailelerine 90 yılına kadar sık sık konuk oldum. Ali Çintay’la yoldaşlık ettim. İrfan hariç diğer çocukları henüz çocukluk çağındaydılar. Sonradan gerillaya katılan Taylan çocuktu. Ali’nin kızları da küçüktü. İrfan ise Trabzon’da üniversitede okuyordu ve PKK’ye sempati duyuyordu. Ancak henüz kesin karar vermiş değildi. Daha sonradan kararını kesinleştirmiş, okulu terkederek gerilla saflarına katılmıştı. Fidel de o dönemde henüz çocuktu. Sonraları bölgeyle ilişkim kesildi. Alataş ve Töre ailelerinin İstanbul’a göç etmesinden sonra ise bölgeyle bağlarımız tamamen koptu. Ali Çintay’ın, yaşamının son yıllarında ESP ile ilişki kurup, onun bünyesinde faaliyet yürüttüğünü duydum. Sevgili yoldaşım Ali Çintay, daha sonra kanserden yaşamını kaybetmiş. [Aziz hatırası önünde saygıyla eğilirim. Anısı önder, adı baki kalsın.]

90’lı yıllar gerillaya katılımın ve katılanlar kadar da katılma taleplerinin en yüksek olduğu yıllardır. Çeşitli devrimci örgütlerin daha önceden ektikleri tohumlar meyveye duruyor, işledikleri toprak verim veriyordu. Gerillanın güçlenmesinde siyasal zeminlerin daha önceden hazır hale getirilmiş olmasının büyük payı vardır. Öte yandan gerillanın bu zeminlerden beslenmesi de onun mücadeledeki inat, ısrar ve direnme tavrıdır. Gerillanın ulaşamadığı yerlerde, gerillaya gençlerin kendileri koşuyordu, bağlantı kurmak için gerillayı onlar arayıp buluyorlardı.

Bezar şehitleri de bunu yaptılar. Onlar kendi kendilerini örgütledi ve gerillaya katılmaya karar verdiler. Kürdistan ulusal – toplumsal kurtuluş mücadelesine hizmet etmek için başlarını ortaya koydular. Anıları önder, adları baki kalsın.

21 Mayıs 2012,
Samet Erdoğdu

Diğer Başlıklar

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-5- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Ölüyoruz Birer Birer!.. Sabah olmuş sofranın başına toplanmışız, kahvaltı yapmaktayız. …