Cuma , 26 Nisan 2024
Home / Kürdistan / YIKICI BİR SİYASAL ÇARK… / B. Nehir

YIKICI BİR SİYASAL ÇARK… / B. Nehir

YIKICI BİR SİYASAL ÇARK…

İki partili yoldaş sohbet eder: “Biz neden bir’i iki yapamıyoruz? İki’yi üç’e neden çıkartamıyoruz? Neden çoğalamıyoruz? Neden niteliğimizi yükseltemiyoruz? On yılardır uğraşıyoruz: Yetmişlerden başlıyor tarihimiz. Denizlerden, Yusuflardan, Hüseyinlerden atılmış temellerimiz. Avni Gökoğlu su vermiş çeliğimize, sertliğimize sertlik katmış Ömer Aynalar, Cihan Alptekinler. 12 Eylül faşizmi silindir gibi geçmiş üzerimizden fakat yıkılmamışız. Kalkmışız her saldırının, her darbenin altından. Dik durup yürümüşüz ideallerimize. Gün olmuş meşe yaprakları yatağımız, taş dipleri korunağımız olmuş. Gün olmuş işkence çarklarında dönmüşüz, canımız yanmış. İşkencenin kollarında yitirmişiz yoldaşlarımızı. Halil Uluğ, Yusuf Ali Erbay Adıyaman işkencehanelerinde can verip sır vermemişler. Kazım Çakır faşizmin zındanlarında mücadelede bayraklaşmış. Elmas kardeşler, işkece ve cezaevleri kavgasında aldıkları hasarlarla özgürlüklerine doyamamış. Zindanlar yıkılmamış hiç bir zaman ideallerimizin üzerine. Bir çok siyasi yapı faşizmin saldırıları karşısında yok olup dağılmışken, biz bir türkü tutturmuşuz; 12 Eylülün en karanlık, en zalim, en fütursuz zamanlarında isyan ateşini yakmışız. Yurt dışına akın ederken sosyalist cenah, biz reddetmişiz vatanı terk etmeyi. Ant içmişiz isyan ateşini harlandırmaya. Kimimiz bildiriler basarken karanlık odalardan alınmışız işkence tezgahlarına, kimimiz aç susuz koşmuşuz en ücradaki yoldaşlarımızın ya da ilişkilerimizin dik durması aşkına. Duruşlar dik olmuş, mücadele kararlı.
”1982’de yaktığımız ateşi harlamışız. Ömer Ayna’nın, Cihan Alptekin’in, Avni Gökoğlu’nun önümüze koyduğu Kürdistan komünist hareketini yaratma yolunda demişiz ki, ”Her halkın kendi kaderini tayin etme hakkı vardır ve bu hak vazgeçilmezdir. Kendi kaderini tayin etmeye gidiş yolunda özerklik, konfederasyon düşünülse de, aslolan Kürdistan’ın bağımsızlığıdır.” Demişiz ki, ”Özerk örgütle bu amaca ulaşılmaz. Türk solu ile dayanışmamız sürse de, esas olarak, ülkemizin ulusal, toplumsal ve sınıfsal kurtuluşuna öncülük edecek bir hareketi yaratmalıyız. ” Demişiz ki ”Yıl 1982’de, bu devlet halkımıza zulmü Ağrı Dağı’nın tepesi gibi yükseltmiştir. Buna karşı ülke komünist hareketini yaratmanın ötesinde, halkımızın savunmasını gerçekleştirmek için savaşan yapılar oluşturmalıyız… Bu ideallerle Kürdistan komünist hareketini yaratmaya azmetmişiz. İkimiz üç olmuş, üçümüz dörde ulaşmış fakat elli, yüz, bin olamamışız…
”Faşizmin azgın saldırıları dallarımızı kırmış zaman zaman. Bazen köklerimizi sallamış, koparmış toprağa tutunan yanlarımızı, ammavelakin ateşi harlandıracak, halkla hareketi bütünleştirebilecek ana düşünceyi yani isyan ateşini, göğe yükseltmeyi becerememişiz. Apo’nun 1984’te yaptığını yapamamışız. 12 Eylülün zulmü altında inim inim inleyen halkın içinde olamamış, onların savunmasına omuz verememişiz. Bir kaç neden ile; teorimiz iyi ve yerinde fakat pratik tecrübe yok. Yönetici kadrolarda zafiyet var. Harekete geçme yeteneği zayıf. Bizde gelenektir, çok ölçüp biçer, harekete geçmekte zorlanırız. Kılı kırk yarar, adım atamayız. Oysa ki harekete geçenler geçti ve sayıları onların ötesinde de değildi. Onlar yüz oldu, yüzler bin… Halkla da bütünleştiler ve halk oldular. Biz bir momenti böylece yok ettik. Ne Kürdi olabildik ne Kürdistanlı. Ne bir adım büyüyebildik ne de beşi on edebildik. Sormak gerekir; İdeolojik sebepler mi vardı, politikasızlıklar mı yoksa? Yoksa bir hayalet mi vardı basiretimizi bağlayan? Ya da eylemsizlik mi çürütüyordu gövdeyi?
En iyi savunma bazen saldırmak, eyleme geçmek değil midir? Savunma içgüdüsü fazlasıyla eylemsizliğe mi sürüklemişti bizi? Bunların sonucunda mı 1986’da darmadağın olmuştuk? Soruları çoğaltabiliriz.”
“Oysa” dedi diğer yoldaş; “İlmik ilmik örmüştük halk ile diyaloğu… Ne selam verdiklerimiz ihbar etti bizi; nede yüz çevirdiler. Hep bağrına bastı yoksul köylülerimiz bizi. İşçi kardeşlerimiz omuz verdiler karınca kararınca. Esir düşen yoldaşlarımızın bırakmadık peşini. Besledik onları ekmeksiz, aşsız fikirlerimizle. Güç aldık dört duvar arasındakilerin saldıkları direniş hikayelerinden, ve de düşünce üretimlerinden. Hesapsızdık hepimiz o yıllarda. Bir parçamızı alsa da faşist devlet zaman zaman, kuyruğu kopan kertenkele misali kısa sürede eksiklerimizi tamir edebiliyorduk. Yetersiz de olsa, azimle ve canhıraşca… Kırdılar kanadımızı Malatya’da, eylem üzerinde aldılar yoldaşlarımızı elleri mürekkepli. Kolumuzu kopardılar Diyarbakır’da Ali Rıza’mızı enselediklerinde… Lakin bayrağı güçlüce tutamayacak olsalar da dik tutmaya çalıştı ardından gelenler.

”İnanç vardı sol göğsümüz altında. Azim vardı beynimizde… Hareketimizin tümü ülkemiz topraklarında deviniyordu. Ne olduysa oldu bilemedik. Önce öncülerimiz Çukurova’ya gitmeleri gerektiğini ilan ettiler. Ardından İstanbul… Bir bir taşınır olduk metropollere. Koptuk bizi besleyen toprakların insanlarından. Bu bilincli bir tercihmiydi, yoksa zorunlulukmu? Oysa biz yeni ant içmiştik: Özümüzde, hamurumuzda var olan Kürdistan Komünist Hareketini yaratmaya… Vatan olmalıydık, vatan kokmalıydık oysa. Metropollerde gittikçe öz kokuyu yitirmeye başladık. Ne halkımıza yapılan ‘zulme dur’ diyebildik, ne de dertlerine ortak… Kestik besleyen damarlarımızı birer birer, kolumuzu kanadımızı yenileyemez olduk. Oysa 82’de bağımsız ülke partisi olma kararına uygun kalkışmalar yapabilseydik – ki sadece biz vardık o yıllarda – ete kemiğe bürünebilecektik.

”Faşizm 86’da çökertti bizi. Ne içerde teslim olduk onlarca yoldaş, ne de dışarıda bir avuç kalanlar eğilip isyan ettiler hallerine. Tırnaklarıyla tutunmaya çalıştılar Hüsük ile Ökkeş misali. Ve de diğer yoldaşlarımız tüm yoksunluklarına rağmen baş eğmediler, azimle çalıştılar köy köy, kasaba kasaba… İnanç ektiler var olan ilişkiler üzerinde, titrediler bir sanatçı titizliğiyle o güzel insanlara.”
“Zaman geçti” dedi diğer yoldaş. “Geldik 90’lı yıllara. Küçülmüştük, daralmıştık, dağılmıştık. Yıllar geçti ortam değişti, salındık birer birer faşizmin zindanlarından. Kavuştuk bir avuç yoldaşların diri tutmaya çalıştığı neferlerimize. Önce dedik yarım kalan fiili durumumuzu netleştirelim. Biz Kürdistan Komünist Partisiyiz dedik… Küllerimizden doğmalıyız dedik. Adımızı koyduk, çizgimizi netleştirdik. İnşa sürecini başlatıyoruz dedik. Ateşimize odun atmalıyız, ışığımızı göğe yükseltip aydınlatmalıyız vatanı dedik. Haberler saldık, gelin dedik… Geldiler. Topu topu 12-15 gencecik-körpecik yoldaşımız yollara düşüp, bize ulaştılar. Özlemle anıyorum Celal’imizi, 18’inde Cizreli Gerdan’ı… Kürdistan dağlarında ışık olup yükseldiler.
”Dedik ya biriken düşüncelerimizi aktaracağız halkımıza. Newroz ateşini yaktık bir avuç yoldaşla. İnançla, azimle, inatla koyduk tüm enerjimizi. Yetti bir kıvılcım çakmamız. Susamışlarla birleştik her ay Newrozda. Üç idik beş olduk. Ondan yüzlere ulaştık. İrildik, irildikçe dirildik ve büyüdük.”

“Büyüdük de yoldaşım” dedi diğeri. “Büyüdükte büyük olamadık. Tam da yakalamışken güçlü bir momenti… Bir şeyler oldu bizlere. Sanki sihirli bir el uzandı bizlere. Salındı aramızda. Salladı ve sersemletti. İçmemiştik ama sarhoştuk, kendimizde değildik belkide. Taş üstüne taş koyarken, binamızı kurmaya hazırken… Taçlandıracakken emeğimizin sonucunu sağlam bir Komünist yapı oluşturma yolunda… Devlet vurmadı bu sefer bizi, bizi biz vurduk. Bizi hareketimizin ak sakalıları tarumar etti. Sanki deniz kendini temizliyor, sanki safraları atıyoruz. Bir bir dağıldık her bir tarafa. Onlarca yoldaşımızı dışımıza attık. Elle tutulur gerekceler ortaya koymadan ve akıllara zarar iddia ve iftiralarla…”
“Eridikte eridik” dedi diğer yoldaş. ”Günlük gazeteden vazgeçtik, yayıncılığın odağı olan İstanbul’u terkedip Antep’de gazete – dergi çıkarmaya başladık. Mesop dedik. Kürdistan komünist güçlerini bir araya getirip ciddi bir hareket başlatalım dedik. Yazdık, çizdik. Üç-beş işe yarar yoldaşlarımızı da fırlattık bir kenera. Gerekce: Legalizme sapanlar varmış. Buyurmuştu aksakallımız: Temizleyiverdik legalitecileri!..
Hayli bir zaman geçti. Yine ve yeniden düştük yollara. İl il gezdik, Avrupaları dolaştık. Toplantılar yaptık. Dışımızdaki Kürt komünist odaklarını da içine alacak yeni bir yapı kurduk. Kurduk da ne oldu? Kendi geleneğimiz dışında kaç kişi bu yeni yapıda kurucu oldu, ya da bu yapı içinde faaliyet sürdürdü? Bir yerlerde yanlış yapıyoruz ama nerede? Ne farklı bir gücü içimize alabildik, ne de aldığımız sınırlı sayıdakileri içimizde barındırıp biz yapabildik. Gelmişiz 2016’ya, açtığımız il örgütleri azalmaya başladı birer birer. Var olanları da göstermelik ayakta tutmaya çalışıyoruz. Kaç il de, kaç ilçe de, kaç belde de Parti bayrağı dalgalandırabildik? Açtığımız parti binasına ayda kaç kişi uğrar durumda? Kirasını nasıl ödüyoruz? Üçü beş yapabilmiş miyiz? Parti miyiz? Dernek bile olabildik mi? Bu işte bir hesap hatası var. 90’lar sonuna doğru ulaştığımız zirvenin öbür yanının hızla aşağı kayılacak bir zemin olduğunu bize kimse söylememişti. Kuracaktık farklı komünist odaklarla partimizi, pişirecektik her gelen odakdakileri aynı parti potasında. İrileşecek, ilerleyecektik… Oysa kimse bize, bu haraketin dibe nasıl indirileceğini anlatmamıştı.”
“Olmadı yoldaş olmadı” dedi diğeri. ”Uymadı evdeki hesap çarşıya. Dolmadı da altı delik küpümüz bir türlü. Yorgan yine kısa kaldı donuyor bacaklarımız. Bu fırtına bedenimizi de dondurmasın bir türlü… Ben sana söyleyeyim kısadan; Biz koca bir momenti yine kaçırdık vesselam. Neden birleştiremedik sosyalist odakları aynı potada? Eksiklerimiz neler? Hatalarımız?… Oysa düşlediklerimiz çok farklıydı, büyüyecektik. Çatır çatır politik perspektifleri koyup, peşimizden gelmesini sağlayacaktık halkımızı… Titretip yüzyılların despot devletini, kazanımlarla buluşturup, özgürleştirecektik toplumu. Belki de dört parçada zulmü, acıyı iliklerine kadar hisseden halkımızın merhem olacaktık yaralarına. Özgür tohumların boy vermesi ve güven içinde hayat bulmasını sağlayacaktık. Oysa eriyoruz git gide. Çark işliyor habire. Savrulan savrulana…”
Sohbete devam eder iki yoldaş; “Acaba” der birisi, ”Geçmişe mi baksak şöyle bir? İdeolojik politik yapımızda mı bir eksiklik var? Pratikte, eylemlerde mi yanlış bir hat izliyoruz? Yoksa örgütlenme tarzımızda bir anormallik mi var? Kadro politikamız mı yanlış? Acaba, eski yoldaşlara mı davetiye çıkarsak? Yeni bireylere, yeni perspektifler mi iletsek?”
“Kayıp olan, ama kaybolmayıp farklı kulvarlarda devam eden yoldaşlara çağrı yapmak mı gerekir” der yoldaşlardan birisi. Diğeri cevap verir; “Kayıp, adı geçen şahıslarla sınırlı olsaydı, telafisi kolaydı. Sorun, adı geçenlerle sınırlı değil. Konu derin. Hali hazırda aktif çalışanları da içine alacak kadar bir kısır döngü, bir girdap durumunda vaziyetimiz. Doğrusunu söylemek gerekirse yollarını ayırıp giden de yok. “Acı kayıplar”, bir önceki durakta öğütülüp savruldukları noktada duruyorlar hala. Öğütüp savuran bu mekanizma, bu çark devam ettiği sürece, bugün aktif olup çalışan yoldaşlarda, yarın öğütülüp bir durakta savrulacak; yanlış işleyen bu çark tarafından.”
”Sorunun aslı astarı şudur: Kişilerin siyasi faaliyetlerden uzak durmaları anlaşılır bir durum. Lakin ideolojik-politik birikime sahip bir çok şahsiyetin bu politik yapının dışına düşmesinin asıl sebebi, yukarıda söz konusu edilen ezip savuran bir çark döngüsünün devamlı çalışması veya çalıştırılmasıdır. Çark kurulmuş ve sürekli çalışır vaziyette… Çarkın başında duran güç, parti içinde ciddi fikirler söyleyen, itiraz etme yetisini kullanan, yanlışlara işaret eden, yeni ve özgün fikirler ileri süren, yapı içinde biraz ayakları yere basan ve dik durmaya çalışan her kadro düzeyindeki şahsa karşı harekete geçip çarkı döndürmeye başlatır. Artık o kişi çark tarafından öğütülüp savrulma durumundan kurtulamaz. Çark, savrulan kişinin ne kadar çalışkan olduğuna, ne kadar üretken olduğuna veya bir parti yapısında bu kişinin gerekliliğine ve önemine bakmaz. Yapıdaki bu çarkın bir dişlisi olma olgunluğuna ulaşmış böylesi kişilerin yerinin doldurulmasının çok zor ve zaman alıcı bir çaba gerektirdiğine de bakmaz… Bu güç, çarka dokunur ve yıllarca yapıya emek vermiş, hizmette bulunmuş, değerler katmış olan temel bir dişliyi kırıp gövdeden savurmayı hayata geçirir. Bu bazen hemen yapılır, bazen de yıllara yayılarak, çaktırmadan, yapıya sindire sindire yapılır. Ama yapılır. Feryat figan olmadan… Kargaşa, kaos yaşanmadan, sürece yayılarak mesele halledilir.
”Peki bu gücün amacı gayesi neydi? Partiyi bir işletme, bir bakkal olarak görüyor. Bu bakkal benim diyor. Biz diyoruz ki, bu işletmenin iş yapması lazım. Üretimini arttırıp işlerliğini canlandırması, büyümesi gerek. Sinek avlayan bir bakkal konumundan çıkması gerek diyoruz. Lakin meşhur güç ‘olmaz efendim, bu köhne bakkal benimdir, iş yapıp yapmaması önem taşımaz. Otururum koltuğuma gelen gelir, beğenmeyen gider’ diyor. E sen kıpırda dükkan canlansın diyoruz. Diyoruz da, bu gücün elinde bir proje yok. Dükkanı devret, bilen çalıştırsın diyoruz, ona da cevap “ olmaz” oluyor. Çünkü yeni ufukları yok. Alışkanlıkların esiri olmuş. Der ki; “Dükkan benim, batsa da benim. Siz karışamazsınız. Karışırsanız başınıza çorap örmeyi iyi bilirim.” der.
”Burada son söz nedir? İş yapmıyoruz. İşi ehline terketmiyoruz. Eski gelenek göreneklerle, ya da siyasi tabirle vaziyeti idare etme, idareyi maslahatçılık yapıyoruz. Bu anlayış kırılmadığı sürece gelişmek güçlenmek, modeller yeni politikalar ortaya koymak mümkün değildir.”
“Yani” diyor diğer yoldaş. “Üretim yapamıyoruz. Yol yöntem, tarz, hesap kitap bilmiyoruz. Çeperde, birazcık iş yapan, düşünce üreten, itiraz eden, verim ortaya koyanları da bir bir dışarı atıyoruz. Tüzüksel işleyişti, demokrasiydi, haklardı… Hak getire!.. Bunlar, adımız sosyalist olsa da komünist olsa da bizde işlemiyor. Ortadoğu toplumuyuz. Esat’ı, Kral Hasan’ı, Irak’ın Saddam’ı, Türkiye’nin Tayyip’i… Boşuna mı adına şarkılar yazılmış Demirel’in. “Süleyman hep başbakan, başbakan.” diye. Apomuz hep Apo değil mi? Şöyle bir bakalım demokrasinin ‘de’si var mı; AKP’de, PKK’de, Saddam’da ve hatta bizde ve bizim gibi sol-sosyalist fikre sahip hareketlerde? Oysa demokrasinin temelleri siyasi örgütlenmelerden başlamaz mı? Toplumu değiştirmek – dönüştürmek için örnek model olması gerekmez mi partilerimizin… Demokratik parti… Eleştiri-özeleştiri çarkının yürüdüğü, hak hukukun aksamadan işlediği bir parti… Ortaklaşa üretilen fikirlerin, politikaların, örgütlenme anlayışının, bir takım projelerin ortak hayata geçirildiği bir parti, halka model olmaz mı? Halka örnek olamayan, ufuklarını genişletemeyen bir parti, halkı dönüştürüp yeni bir toplum kurabilir mi? Gelişen, değişen koşullara uygun olarak kendini yenilemeyen, teknolojik – bilimsel ilerlemeleri takip edip onu kullanamayan bir yapı, toplumu dönüştürüp devrim yapabilir mi? Devrimi geçelim, demokratik kırıntılar da olsa, kazanımlar elde edebilir mi? Hep “Ben bilirim, ben yaparım, ben doğruyum” diyen birileriyle bir ülküyü başarıya ulaştırabilir miyiz? Hep benci anlayışla bir yere varabilir miyiz?
”Bir anne – babanın çocuğuna sen beceremezsin, kırarsın, bozarsın edasıyla iş yaptırmama mantığında olduğu gibi, bizim gibi ülkelerde ve partilerde, somutta da bizde ki durum bu değil mi? Yıl 1979 başkanımız başkan, yıl olmuş 2016 başkanımız yine başkan? Hadi başka bir başkanın çıkmasından da vazgeçtik, yahu bu memlekette başkana yakın duracak, iş yapacak birileri de mi çıkmaz? Hep bu topraklar mı suçlu, bu davaya omuz verecek üç beş baba yiğit çıkaramaz? Hep gidenlerde mi kabahat? Her fani gidicidir, allah geçinden versin de be kardeşim, senden sonra tufan mı kopacak; sıkı sıkı sarılmışsın o makama?… Üstelik yanında yörende altarnatif bırakmamaya özen gösteriyorsun? Niyet böyle değil farz edelim, somut durum bu değil mi? Topla dağıt, topla dağıt sistemiyle sosyalist bir hareket nasıl yaratılır? Nasıl öncü olunur? Nasıl toplum dönüştürülüp devrime ulaşılır? Kürdistan’da taş üstüne taş kalmamış. Beş yüz bin insanımız mülteci konumuna düşürülmüş. Kadim kentlerimiz yerle bir, onlarca canımız gidiyor. Her gün hallacın pamuğu savurduğu gibi memleketi çırpıyor devlet. Dört parçamız ateş topu gibi yanıyor ve biz politika üretip harekete geçeceğimize ahkam kesip birbirimizi öğütmeye çalışıyoruz. Bu tarihe kadar yapıdaki dağıtmalar yetmemiş olacak ki, “17 Nisan Meclis” gündemine sunulan “Karar Taslağı”nda ortaya konduğu üzere, bu kez Avrupa’da var olan yapıya yönelik dağıtma hareketinin startı verilmiş. Meşhur güç, sevmiyor boş durmayı… Sallamak dağıtmak istiyor var olan üçü – beşi de. Bu narsistlik yetmedi mi? Vicdanın kırıntısı da mı kalmadı? Bak, dört parçamız yanıyor alev alev… Emperyalizmin tüm militarist ve diplomatik güçleri cirit atıp oyun oynuyor… Kurmuşlar satranç masasını Kürdistanın kalbine, planlarını devreye sokmuşlar. Altımıza ateşi koymuşlar harıl harıl yakıyorlar ülkeyi. Diyecek sözümüz, yapacak işimiz yok mu? Koymuşuz önümüze “Komünist Hareketin Birliği” diye bir oyunu, her toplantı gündeminde bunları konuş, tartış… Kendimizi dağıtırken dışımızdakilerle birlik mi olur? Kim gelir? Gelecek olanların gözü kulağı yok mu, böyle bir yapıya yaklaşırlar mı?

Kürdistan Komünist Hareketinin Birliği, ancak ve ancak;
1-Güçlü bir ideolojik-teorik hatta sahip bir yapıyla mümkündür. Bu yapının nicel gücünün bir önemi yoktur.
2-Dört parçayı içine alan, sağlam basan politik-pratik hat yaratılmışsa mümkündür.
3-Sosyalist demokrasinin tabandan tavana tamamıyla işlediği bir yapıyla mümkündür.
4-Kollektif üretimi kollektif pratiğe, eyleme dökebilme yeteneği gelişmişse mümkündür.
5-İnsani değerleri sosyalist değerlerle bütünleşebilmiş kadrolar oluşturabilmişsek, sosyalist demokrasiyi içselleştirip halka indirgeyecek potansiyeli yakalamışsak eğer, dışımızdaki komünist odaklar, bireyler zaten akın akın bu yapıda omuz vermeye geleceklerdir. Suni çabalarla birlik olunmayacağını yaşamımız boyunca gördük.
İş yapan, doğru yapan, samimi ve donanımlı olan her komünist hat, çekim merkezidir ve dışındakileri çeker. PKK nasıl PKK oldu? Hepimiz biliyoruz…
6-Yukarıdaki beş maddeyi pratiğe dökebilecek parti içi demokrasiyi azami işletecek, başta parti içinde olmak üzere, ayakları yere basan bir örgütlenme modeli yaratmakla mümkündür. Tepeden başlayıp halka kadar ulaşacak örgütlenme modeli, tıkır tıkır işleyen bir çark kurulduğunda, ete kemiğe bürünmüş bir partinin oluşması kendiliğinden gelecektir. Tabi dışta var olan komünist güçlerin çekim merkezi de olacaktır.
Günümüzde sorun Komünist Hareketin Birliği değil, var olan hareketlerle güç ve eylem birliğidir. Bu sadece bizimle sınırlı tutulamaz, dört parça da güç ve eylem birlikleri elzemdir. Daha ilerisi, ulusal konferansın örgütlenmesi ve dört parçada eylem birliğinin yaratılmasıdır.
“Tamam yoldaş, bizim halimiz ne olacak? Ne yapmalıyız, nasıl yapmalıyız ki partimiz parti olsun ve toplumla bütünleşebilelim? Büyüyüp irileşebilelim.” der karşıdaki.
“Söze 1970’li yıllardan başlayayım. O yıllarda her devrimcinin bir cebinde günlük gazetelerden ya da kendi yayınlarından olurdu. Diğer cebinde ise bir kitap… Okumayı unuttuk biz. Okumayı ve yazmayı… Okumayan ve yazmayan devrimci insan üretici olabilir mi?
Konuşmayanın, dinlemeyenin, sorunları görüp analiz etmesi ve politikalar üretmesi olası mı? Toplumla diyaloğu olmayan, üretimin içinde bulunmayan bir siyasi kadronun hayat damarları tıkanmıştır. Yaşamın ta içinde olmamız şart. Yani, okuyup araştırarak, yaşamın içinden sorunları görüp doğru analizler yaparak işe başlanmalı.
Ne yaparsak yapalım, dostlar alışverişte görsün hesabı oyalanmak yerine yapılan işin hakkını vermeliyiz. Küçücük işlerle de uğraşmalı, stratejik hedefler de koymalıyız önümüze. Amacı iş yapmamak olanlarla ve günübirlik perspektif değiştirenlerle yola gidilmez. Arınmak ve yenilenmek gerekir. Hatsızları bir kenara koyarak, ülküde tutarlı olanlarla yeni bir rota çizmeliyiz.
Her parti bir toplumsal projenin somutlaşmasıdır. Ulaşılması hayal edilen bir toplumun nüvesidir. Yani, partinin işlevi toplumu değiştirmek dönüştürmek ve yeni bir toplumsal yapı inşa etmektir. Bundandır ki, hayatın her zerresine varana kadar, partinin analizleri, perspektifleri olmalı, önermeleri ve projeleri bulunmalıdır. Aylık yıllık perspektiflerin olması kadar, on yılları aşan uzun erimli hedefleri bulunmalı. Örneğin; Fettuhlah Gülen hareketi. 70’li yıllardan yapmış planını, sıralamış projelerini ve yürümeye başlamış. İzmir’de bir okul açarak işe başlamış. Arkasından malum güçlerin (CIA ,MOSAD, MİT) varlığı bir yana, bizi ilgilendiren öz şudur, okullar açarak, dershaneler kurarak, vakıflar oluşturarak, yayın alanlarında kurumsallaşarak devasa bir organizasyon meydana getirmiş. Ülke dışındaki faaliyetlerine hiç girmeyelim bile. Türkiye’de küçük yaşta insanları eğiterek, hayatlarının her evresinde onları takip etmiş ve yönlendirmelerde bulunmuşlar. Bu yöntemlerle devlet içinde devlet kurma aşamasına ulaşmışlardır.
Diğer islami hareketlerde de benzeri yöntemler mevcuttur. Ve önemlisi, 70’li yılların sosyalistlerinin topluma bire bir dokunma taktiğini, 80’den sonra islami hareketler rehber edinmişler ve başarılı da olmuşlardır.

Kabaca yapılması icap edenleri sıralar isek;
1-İdeolojik politik hat netleşecek.
2-Uzun erimli hedefler belirlendikten sonra belirlenen hedefe ulaşma yolunda geçilecek evreler saptanacak.
3-Bu perspektif için hangi yöntem ve araçların gerekli olduğu, nasıl ulaşacağımız belirlenecek.
4-İyi bir örgüt dinamizmi, kararlı ve fedakar kadrolar, topluma ve dolayısıyla partiye adanmış yürekler.
5-Tüm toplum katman ve sınıflarına dokunacak demokratik kitle örgütleri. Sendika, dernek, vakıf, üretici birlikleri, öğrenci hareketleri, çevreci dernekler ve kadın hareketi ve bunun gibi…
6-Çağın gereği olan tüm iletişim araçlarını kullanabilme.
7-Toplumu dönüştürme ve hareketin sürekliliğini sağlamak için üretime dayanan mali organizasyonları gerçekleştirme.
8-Mali yeterliliğe bağlı olarak, okullar açma, kültür sanat merkezleri oluşturma, değişik alanlara yönelik vakıflar kurma amaçlanmalı. Sonuç olarak üreten, eğiten, yetiştiren ve dönüştüren bir mekanizma kurmayı başarmak ereğe varışın olmazsa olmazıdır. Çoğaltabiliriz bunları.
En kötü, en dip noktada olsak bile hedefler belli, niyetler diri, özveri ve azim mevcutsa sorunun yarısını çözmüşüz demektir. Şu cümlenin altını çizerek bitireyim:
Yeter ki, amaç var olanı da dağıtmak olmasın(!)…”

14 -7 – 2016

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …