Salı , 23 Nisan 2024
Home / anasayfa / NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN!-1- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN!-1- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN!

Bir Garip gece…

Saat kaç, bilmiyorum. Mutfakta bol soğanlı kavurma çeviriyorum, tavada… Kızım Helin etrafımda bir şeyler söyleyerek dönüp duruyor. Ne zaman kavurma pişmiş bizde, hatırlamıyorum. Kavurma yemeyi mi özlemişim yoksa kızım ara tatil için yola çıkmış gelmekte ve o sever diye mi böyle bir yemek tercihi yapmışım, bilemiyorum. Oldu olacak, pişti pişecek kıvamındayken ocaktaki soğanlı kavurmam, uyanıyorum… Kalkmaya da niyetim yok. Zifiri gece karanlığı henüz bitmemiş ve uyku ağır basıyor. Bir kaç dakika savaş hali sürüyor uyku ve ben arasında. Uyku mu kazanacak ben mi yataktaki cebelleşmeyi… diye düşünürken, kalkıyorum. Lavaboya gidiyorum. Mutfağa uğruyorum sonrasında. Tava ocakta mı diye yoksa şu zıkkım, her uyanışta olduğu gibi, beynim nikotin almamı mı emrediyor, bilmiyorum… Dönüyorum mutfakta, emin oluyorum, tan ağarmamış hala… Gece devam ediyor kendi döngüsünde. Yakmıyorum sıgarayı, tavam da yanmamış ocakta zaten… Dönüyorum yatağıma. Kıvrana kıvrana yeniden geçmek niyetindeyim uyku düzenime. Daldım dalacağım… Gidiş gelişler yaşıyorum, gecenin karanlığına dalıyor gibiyim. Teslim olmaya niyetliyim aslında geceye…
Uykuya geçme merasimim uzun sürmüyor. Salınmaya başlıyorum. Derin bir boşluktayım. Kanatlarım varmıy dı? Bir sağa bir sola gidip geliyorum. İçmişim de akşamleyin, dönmekte başım ağır ağır. Kocaman bir vadi de akıyor gibiyim. Kuşların vadilerde ki süzülüşü geliyor gözümün önüne. Hava akımı yakalamış ve ona teslim olmuş halde bir sağa bir sola kendini akışa bırakmış
Huma kuşu misali… Kıskanır mı acep Huma kuşu benden ırakta, benim salınışımı seyreylerken? Sanki böbürlenme halleri var bende, vadide ki salınmamdan ötürü.
Bebek değilim, annemi toprak anaya vereli oluyor bir kırk yıl kadar… Beşiktemiyim ne. Annemin kolları üzerimde… Babam, oğlum diyor az öte de. Beni mi anneni mi çok seviyorsun oğlum, diyor. Nerde geldim dört beş yaşlarıma? İkinizide seviyorum diyeceğim, dişlerim trampet çalıyor, seslenemiyorum.
Tıkırtılar beşik tıkırtısına da benzemiyor giderek. Yoğun uğultularla başım dönüyor sanki. Sallanıyorum, salıcaktayım. Yavaş diyorum, hızlı itmeyin. Gök kubbeye ulaşacağım şimdi… sesimi duyan yok mu? Tıkırtılar yerini kütürdemere bırakıyor. Pencereden ışıklar yansıyor, dışarı da havayi fişek gösterisi yapılırcasına. Düğünlerde yükselen oyun havasının ezgileri de yok. Yağmur sesi geliyor usul usul, gök gürlemiyor oysa ışıklar ardından. Tecrübeliyim aslında. 19 Ağustosu görmüşüm ben. Işık gösterisi kütürdemelerle beraber sürüyor. Ha diyorum, geçecek… ışıklar gömülüyor gecenin karanlığına. Anlıyorum. Depremin kollarındayız. Annem beşiğiyle kayboluyor gecemden. Salıncak kayboluyor benliğimde. Vadi de ki kanatsız süzülüşümde sona erdi hemen, sevmiştim oysa. Yatağın sarsıntısında buluyorum kendimi. Deprem diyorum, kalk deprem oluyor. Sesimi yükseltiyorum, hadi kalk deprem oluyor… Saşkın hallerde eşim, hayat yoldaşım. Ne oluyoruz diyor. Bu ne gürültü? Cevapsız sorular bunlar. Anlaması uzun sürmüyor. Yan oda da kızım, Zelal’ıma koşmayı düşlüyorum. Kıpırdayamıyorum. Sürünerek yatak ucuna ancak ulaşıyoruz. Elbise dolabının menzilinden çıkıyoruz. Tunacak birşeyler arıyor ellerim karanlıkta. Helin’im garanti de diye çalışıyor beynim. Dün çıkmıştı yola. Otobüsdedir o diyorum. Sevinç doluyorum kısacık da olsa. Yatak odası kapısında yerde kıpırdayamıyoruz. Tamı tamına üç adım ötemde Zelişim, varamıyorum. Can diyor eşim, ikinci bir sözcük bulamıyor. Şahin’in ulu bir ağaç tepesinden avına bakışı gibi bakmaya çalışıyorum karşı odaya, zifiri karanlık çökmüş oysa. Dalabilsem, ah dalabilsem de Şahin gibi, alıp yükselsem pençelerime kızımı… yer çekiminden yukarlara kaldırabilsem… Kütürtüler bitene kadar hiç değilse… Uykuda mı acaba, farkında değildir belkide. Hissetmese bu tufanı keşke, mümkün mü? Bağırmak istiyor mu acep, bir oyunun kucağında mı sanıyordur kendini. İncindi mi bir tarafı, neler geçiyordur aklından? Korkma, burdayım, geliyorum desem duyar mı beni? Kollarıma alsam, öpsem bebe kokan yanaklarını, savruluyoruz durmadan ulaşamıyorum. Gök yarılmış, yeryüzü paramparca oluyor, eminim. Sızım sızım sızlıyor binalar. Döküntü sesleri arttıkca artıyor. Camlar şangır şungur inişe geçmiş. Çarpı yor kapılar olanca hıncıyla sağa sola, seslerdeki heybetten belli.
Ha durdu ha duracak… sakinledi mi ne? Çarpmıyor sanki eskisi kadar. Kalksak mı? Kalkıyoruz ikimiz bir. İşte ulaştık Zeliş’imize. Kızım, diyorum. Yavrum, diyor annesi. Zelal gülüyor takır takır. Hala sallanıyoruz şiddet düşük de olsa. Belli ki Zelal bir oyun içinde uyanmış, komik buluyor bu dönmeleri. Belki ablasının koltuk altından sarmalayıp döndürmesi geliyor aklına. Oyun sanıyor, hoşuna gidiyor olanlar. Ben de gülümsüyorum gecenin karanlığına… Kucaklayıp kapı girişine, hole geliyoruz. Önce kapıyı açıyorum. An ahtar, telefon elimde, nasıl bulduysam. Sandalye istiyorum, Zelal’e birşeyler giydirmek umuduyla. Kopuyor kiyamet, dinmemişken zaten. Altta bir kaldıraç verilmiş de evi devirmeye çalışanlar var gibi. Eğilip düşüyoruz gündoğumuna doğru. Tecrübeliyiz bereket, yumuşak inişle kurtarıyoruz vaziyeti. Hasar almıyoruz ama otumak zorundayız mecburen. Kükrüyor yer gök tekmilinden. Alt kat komşulardan çığlıklar yükseliyor. Kapımız açık hala. Anlamıyoruz söylenenleri. ‘Tekbir ablaaa…’ Tanıyoruz sesi. ‘Çıkmayın’ diye bağırıyoruz. Merdivenler… tehkeli diyemiyoruz. Denizde, hortum ucunda sörf yapıyoruz, sağa- sola, aşağı – yukarı. Dur be, eğitimli değiliz biz diyemiyoruz. Kesiliyor nefesimiz. Oy diyor eşim, teselli sözcükleri çıkmıyor ağzımdan. Buraya kadar diyorum, bir de bitti kelimesi çıkabiliyor, nefessiz kalıyoruz. Kim demiş erkekler, hele de babalar korkmaz diye? Halt etmiş bunu söyleyenler. Korkuyorum işte… hem de tarifsizinden bir korku. Sanki yüreğim boşalıyor, fiziken olduğu gibi ruhen de uzayda hava boşluğundayım. Uzanıyor tutunamıyor, beynime çalış diyor, söz geçiremiyorum. Sarılıp birbirimize tutunmaya çabalıyoruz holde. Uzakdoğu da ki merasim geçitleri canlanıyor gözümde. Onlarca deveyi sıralamışlar da yeraltında yürüyüş eylemişler ve deve hörgüçleri inip kalkmakda duraksız… Diyorum ki içimden, yerkabuğu altında okyanus var ve tusunami dalgaları götürmekte bizi… Evimizdeyiz ama hala. Zemine çarpıp kalkmaktayız, hissediyoruz elbet. Şair vurgu yapmıştı bir yerlerde kelimelerin kifayetsizliğine. Bu tufanı mı yaşamıştı acep. Sanmam. Kelime değil, bilimum cümleler biçare kalır tarif etmede.
Kör karanlıkta çalkalanırkan, yakınımızda ki mutfakta tufan kopmakta. Yağmur gibi iniyor tabak ve bardaklar. Ses çümbüşü kopuyor, bitmek bilmeden. Nuh’u görüyorum karanlığın derinliğinde, hayelet gibi. Göksünü germiş, vakur bir duruşu var. Sakalları olmuş bir karış. Kibirli mi mağrur mu tam çözemedim. Hadi ordan diyesim geldi. Senin gördüğünde tufanmı, gel yanıbaşımda dur da seyreyle tufanı… peh, Nuh’un tufanıymış! Sen çaresiz kaldın mı be adam? Haberin var taa önceden, tufan olacak şu zamanda diye. Oturup plan yapmışsın günlerce. Toplamışsın tüm alimleri- zanaatkarları. Büyük büyük bir gemi yapıla diye. Ağaçlar kestirmişsin sayısını sen de bilmezsin. Ustaları seferber etmişsin, aylarca sürmüş bir gemi inşası. Kendi kendine toplanıp gelmiş gemine tüm canlı türleri. Sana beklemek kalmış tufanın kopmasını. Al gülüm ver gülüm cümbüş eylemişsiniz suyun üstünde yüzen geminizde. Dümen bile kıramamışsın, bilememişsin nere gideceğini. Koca Ağrı çıkmışta karşına, atıvermişsiniz onun kollarına kendinizi. Al sana tufan be adam. Gemi değil bize gerek olan, o senin olsun. Varmı göklere uçuracak kanatların, çaresiz bakıp durursun öyle karşımda. Bak işte yok oldu o büyük kibrin. Sen de benim kadar çaresizsin işte. Ve de aciz.
Nuh’un ardından beliriyor bir küheylan. Öyle iri yarı bişey değil, bu ergenliğimin kühaylanı. Beyaz tenine kondurduğu morumsu benekleriyle geldi. Git demeye çalışıyorum, alma başına belayı. Sırtlıyor üçümüzü birden. Korkuyorum bu tombidik ama fırtına ruhlu kır taydan. Atıp bir dereye kolumu kırmıştı, dereden uçar gibi fırlayışında. İkimizde ergendik o zamanlar. Düşmüştü bir beygirin peşine ve yakalayıp dönüşe geçmiştik. Usul usul giderken ayağımla dokunmuştum, dehleyerek. Rüzgar gibi atılmıştı ileriye. Kıratım şahlanıyor eskisi gibi daha vucut teması sağlar sağlamaz. Hep tez canlıydı zaten. Hemen ön ayaklar üzerine dikiliyor, boynundan aşağı kaymaktayız. Tutunmuşuz sıkı sıkı. Kıratım fulüleşiyor, İspanya da, uzun boynuzları ve koca gövdesiyle bir boğa sırtındayız sanki. Maşaallahı var bu boğanın. Ayakları çıkmıyor gövdesinden, otomatikleşmiş mübarek. Durmadan savuruyor çifteyi, kafa yerde… Arada boynozarına takıp savurma peşinde bizi. Midemiz sökülüyor yerinden, başımız dönmekten bıktı. Dur be koca boğa dur, biz istemedik sırtında olmayı. Rodiocu da değiliz emin ol. Biz ne anlarız boğa sırtında durmayı. İnliyor binamız, çatırtılar dinmiyor. Bitti bitecek tüm umutlarımız. Bir sözcük çıkamaz oldu dilimizden.
Ne çok kareler tükettik, geçmişten şu ana. Geçmiyor zaman. Anımsayacaklarımızı tükettik birer birer. Bitmedi savrulmalarımız. Sıka sıka birbirimizi, kan akışımız duracak gibi. Dakika, saat, gün, ay, yıl geçti, geçmedi tufan.
Salıncak moduna geçiyoru yavaştan. Bir doğuya, bir batıya. Git gellerin hızı azalıyormu ne? Yırtacağız mı acep paçayı? İçimizde bir kıpırtı, atlatıyoruz galiba… Hafiften doğrulmaya geçiyoruz. Suya atılan taşın dalgalarının yayvanlaşması misali yavaşlıyoruz. Hadi diyoruz, bir daha başlamadan atalım dışarı kendimizi. Telefonun ışığını açıyor, kemere takıyorum. Ne zaman giyinmişsem pantolonu. Atla sırtıma Zelal diyorum. Sıkı sarıl babaya. Durma, peşimden gel diyorum eşime. Yürü diyor, düşmeyin, dikkat edin tembihlerini duyorum kapı eşiğinde. Hiç sarılmadığı kadar sıkı sarılıyor Zeloşum boynuma. İşin fenalığının idrakinde sanırım. Telefonun cılız ışığında iniyoruz basamakları birer birer. Afferim diye geçiriyorum binamızdan taraf, merdiven basamakları hala yerinde. Peşimi bırakma diye sesleniyorum arada geriye dönmeden. Aşağıda bebe ağlaması var. Alt komşular sağlam çıkmışlar diyorum. Çıkışa yakın fayans, mermer parçalarına takılıyoruz. Dış kapı açık. En sona biz inmişiz galiba. Doğru arabaya koşuyruz, araba bahçede. Kızımı indiriyorum koltuğa, alt komşum orda. İşte evimizin kraliçesi de yetişti, sürünerek inmemiş İstanbul depreminde ki gibi. Derin bir nefes çekiyorum, yağmurlu serin havada. Titriyor içim. Bahçe kapısını açmaya çalışıyorum, yerinde çıkmış. Komşumla birlikte abanıyoruz, sürtünerek toprağa, yavaş yavaş açılabiliyor. Bebe ağlıyor araba da, korkmuş belli. Hızla çıkıyoruz bina dışına, korunaklı bir noktaya park yapıyoruz. Orta komşu çoktan gitmiş. Durumun vahametini görüp, koşmuştur akrabalarına. Telefonun feneriyle binayı kontrol ediyoruz, uygun mesafeden, acalesi neyse? Duvarların patladığını görüyoruz, bir taraf yerde. Yine de ayakta diyoruz, bizde ayaktayız. Mucize bu işte, mucize…

Telefonum çalıyor, saat 4.30 civarı olsa gerek. Helinim diyorum. Kızım, karaçim benim. Gözümün nuru, kardelen çiçeğim. Alo diyorum, hat düşüyor. Arabaya geçiyoruz. İkinci kez çalıyor telefon. İyiyiz kızım diyorum, depremi öğrenmiş belli. Nerdesin kızım, korkma diyorum. Pazacıkta olduğunu, mola verdiklerini söylüyor kısadan. Kapanıyor telefon. Küfür ediyorum, gelmişine geçmişine. Yine mi diyorum, her depremde kesilirmi bu hatlar? Sistem bozuk, nerde bu devlet. Belli, vaziyet berbat. Ortalık kör karanlık, hava buz kesmiş, sicim gibi iniyor karla karışık yağmur. Soğuk kemiklerimizi sızlatıyor, ısınamadı araba bir türlü. Bir kaç kez tekrar arıyorum kızımı, ulaşılmıyor. Nereden bilelim ki depremin odağındaymış oysa kızım ve otobüs devam edemediği için çekmiş bir tesise. Yollar yarılmış da otobüs ilerleyememiş, bilemezdik ki. Rahatlamıştı içimiz, iki saate kızım da bizimle olacaktı. Kayıpsız kucaklaşacaktık. Nasıl bilebilirdik yolların paramparça olduğunu ve ancak öğle saatlerinde hüzünle buluşacağımızı. Ama sevinç dolmuştu yüreğimiz. Alt edememişti deprem bizi. Çok korkmuştuk, olsun… Çok zamanlara gidip geldik kısacık bir anda.Yokoluşumuz aktı göz önümüzden. Ne hesaplaşmalar, ne pişmanlıklar yaşadık. Vedalaşma ayinleri düzenledik, sayısız sevdiklerimizle kısacık anlarda. Yaşamak güzel şeymiş be kardeşim. Her şeye rağmen Yaşamak güzel… sürecek

Kaynak: Remzi Bilget’in Facebook sayfasından alınmıştır.

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …