Amed’in kızı, güzel gelini Zîlan.
Zîlan Tîgrîs (Dilek Küçüker) bû bûka Amed.
Birkaç kez misafiri olmuştum Amed’deki evlerine. Bir defasında sokağa çıkma yasağı ilân edilmişti. Zaten biz de yasaktık, uymuyordu bize yasalar. Tabiî biz de yasalara.
Sonra Newroz dergisinin temsilciliğini açmak için gittiğinde, evlerine yapılan polis baskınında göz altına alınmışlardı Evrim’le ve küçük bebekleriyle.
Telefonları dinleniyormuş meğerse.
Otogara indiğinde „Ben geldim” diye telefon etmiş Evrim; ev sahibi, “Kürdistan’a hoş geldin Evrim” demişti.
Karakolda ilk tokadı yediğinde “Kürdistan’a hoş geldin Evrim” demişti polisler.
Sokakta saldırıya uğramış, hakaret görmüşlerdi Hizbullahçı işbirlikçiler tarafından. Dönem sokaklarda “yargısız infaz”ların yapıldığı zamanlardı.
Hizbullah’ın ve polisin iç içe geçtiği, görev dağılımının bizzat Olağanüstü Bölge Valiliği tarafından yapıldığı yıllardı.
Dilek gülerek anlatıyordu sonradan:
Tehditçilere kafa tutmuş Evrim, daha çocuk yaşındayken, Dilek korkuyla „Hastadır bu çocuk. Daha yeni doktordan getiriyorum” diyerek yakayı kurtarmışlardı.
Daha sonra büro müracaatı için gittiği Emniyet’te görmüşlerdi saldırganı. Meğerse at izi ile it izi birbirine karışmıştı…
Dilek „Demek sokakta bize saldıran ipsizlere bizim vergilerimizle maaş bağlıyor” bu devlet demişti .
Fazla sürmedi benim dergi yayıncılığı… Kapatma davaları ve hapis cezaları üst üste geliyordu, ayrılmıştım İstanbul’dan.
Görüşmek ve yoldaşları ziyaret etmek için Fatih’teki bir yoldaşımın evine uğramıştım; tesadüfen Dilek’le de karşılaştık. İnanamıyordu halâ oralarda olduğuma. Sarıldık. Bana “Abi dergiye gittim yoktun. Bana hüzün verdi. Ne olacak bu halin; çok ceza almışsın” dediğinde espri yapmıştım „Neyimizi gördün ki dur hele, daha son numaralarımızı görmedin ki” diyerek gülüştük.
Aradan fazla bir zaman geçmedi yakalanıp Ümraniye cezaevine götürüldüm. İkinci günü büyük bir saldırı oldu. Ölümü derinden hissettiğimiz; çok yaralının da olduğu bir saldırıydı. Kinle, nefretle saldırılmış; giyeceklerimiz ve bütün özel eşyalarımız kullanılamaz hale gelmişti. Bir buçuk ay ziyaret, mektup, mahkeme vs. yasaktı. Dışarıyla iletişimimiz tamamen kopuktu. Biriken kart ve mektuplar verildiğinde görmüştüm; ilk geçmiş olsun kartı Dilek’ten gelmiş:
“Abi son numaran bu muydu?” diye sormuş ve altına not düşmüştü: “Şimdi bıyıklarının altında gülüyorsundur” diye yazarak.
Her karşılaşmamızda bunu hatırlayıp gülüyorduk, kötü geçen yıllara inat.
Evrim’le olan dostlukları hep devam etti. Sonradan Evrim’in mezarı başında, onu, çok sevdiği “Dilo ez bimrim li Kurdîstanê” ağıdını söyleyerek yad ediyordu.
Evrim onda, o da bende derin bir boşluk bıraktı. Üç yıl önce İsviçre’de yaptığımız Newroz şölenimize davet etmiştik, seve seve geldi. Her Newroz’da “Zîlan’ı çağırın” diye özellikle ısrarcı olur kızım Havîn.
Newroz’a gelirken “Abime ne götüreyim” diye düşünmüş ve tanıdık birine Evrim’in karakalem resmini çizdirmişti.
Lânet depremden üç gün sonra enkaz altında sevgili Zîlan’ın ve eşi, aynı zamanda hemşehrim de olan, oyuncu Çağdaş Çankaya’nın cansız bedenine ulaşılmış. Üzgünüm, öfkeliyim…
İlk Kürt çocuk korosunun hocasıydı, sosyal hizmetlerde kimsesiz çocukların ablası, istismar edilmiş kızların yakın dostu, Kürtçe müziğe duygu katan, yorumlayan koca yürekli güzel bir yoldaşımızdı.
Şölende tanıştığı kadın yoldaşlarla kimi projeler üstünde çalıştığını söylemişti, buraya tekrardan gelmek için davetiye istiyordu, işlemleriyle uğraşan yoldaş „Telefonuna ulaşamıyorum” dedi ağlayarak.
Onun enkaz altında kaldığını duyan kadın yoldaşlar umutla beklediler, „Güzel bir haber duyarsan ilet” demişlerdi. Sözümde duramadım, güzel haberler iletemedim…
Şaşırıyor kimi arkadaşlar „Bu kış günü ihmal öldürdü” diye.
Halbuki bu devlet en büyük bütçeyi yaşatmak için değil, öldürmek için kullanıyor. Yıllardır, «yerin altında yaşayan gerillayı tesbit edip, imha eden „akıllı silahlar” ürettiklerini» övünerek anlatıyorlardı.
Övündükleri İHA’larla yolları kontrol edip çöken yolları sürücülere bildirmeyi akıl mı edemediler?!
Herkese, her muhalife, her komşuya düşman gözüyle bakan; âfetlerde enkaz altında insan kurtardığıyla değil, sığınaklarda insan ödürdüğüyle övünen bir devlet var; tabiî ki bu devlet Kürt sanatçıyı yaşatamaz.
Halklarımız derin bir acı ve çaresizliği yaşıyor. Ortada yardımları engelleyen bir devlet, halkın vergileriyle semiren yağmacı ve talancı tarikatlar, içi boşaltılmış sözde yardım ve âfet kuruluşları var.
Hergün bir kaç kez yüreğimiz yanıyor. Ne çok beraber öldük..
Ama onlar mezara çevrilen enkazlara gömüldüler… Onbinlerce masum halk evlâtlarıyla birlikte… Enkazlar üstümüze üstümüze geliyor.