Salı , 19 Mart 2024
Home / Güncel / ORTA KOM”UN (ORTAÇAT) YARALI EVLERiNiN, EVLERiMiZiN YARALARINI KiM SARACAK ARTIK? NECATİ GÜLER

ORTA KOM”UN (ORTAÇAT) YARALI EVLERiNiN, EVLERiMiZiN YARALARINI KiM SARACAK ARTIK? NECATİ GÜLER

Orta Kom (Ortaçat) un Yaralı Evlerinin, Evlerimizin Yaralarını Kim Saracak Artık?

Binali Yanal ın ardından…

Uzun süren gurbet ve hapishane yıllarımdan sonra, bir şubat günü tekrar köyümdeydim. Babamın, gizliden gizliye beni kontrol eden bakışları ve kulak kabartmarıyla süren kontrolleri altında, her gece dualarla kendi elleriyle üstüme yorganımı örten annemin sıcak, şefkatli sarmalamaları ve canım kardeşlerimin sevgiyle beni çevreledikleri evimizdeyim yeniden…Kışın son günleri… Önümüz bahar… Karların erimeye başlamsıyla birlikte yavaş yavaş köy yaşamına yeniden bir canlılık gelmeye başlıyor. Cemreler ard arda düşüyor… Her yıl tekrarlanan rutinler… Kırmızı inek doğurmuş! Gece yatmadan önce Ahırı ve komları kontrole giden baba bu haberi getiriyor… Sabah ilk iş herkes ahıra koşuyor… Her sabah doğuran koyunlar ve keçilerin yavurularıyla karşılaşıyoruz… Ayağa kalkmaya ve sarsak adımlarla yürümeye çalışan danalar, kuzular, gıdıklar… Her biri aileye katılan yeni bir can… Sevgiyle, şefkatle karşılanıyor, öpülüyor ve okşanıyorlar. Her birisinin ilk adımlarında aynı heyecan ve her yıl aynı şekilde tekrar tekrar yaşanıyor… Bir taraftan da hayvanlar; önce koyunlar, keçiler daha sonra sığırlar ard arda meralara çıkarılmaya başlanıyor… Her zaman ki gibi yem stokları ucu ucuna bahara kadar yetiyor… Kar suyu emdiğinden, yumşayıp yıkılan kerpiç duvarlar, çöken topraktan tavanlar birer birer onarılıyorlar… Bana bu onarım işi hep, evlerin yaralarının sarılması ve iyileştirilmesi gibi geliyor. Çünkü evlerin ruhları var…Yaralar büyükse eğer, o koca gövdesi, büyük elleriyle güçlü kuvvetli adama, köyün bütün damlarının doktoruna başvurulur ve onun maharetli elleri işe koyulur… Onun, herkese göre başka bir adı vardır… Yaşlılar için o; çökertmendir. Yaşıtları için; imanım dır.

Çocuklar için: Binali amcadır…Bazıları için: Binali kako dur, Babamın: Bıra sıdır… Benim için: Binali dayıdır… Kendi çocukları için; Baba dır… Binali Yanal dır o…Köyde ve hatta çevre köylerde hiç bir ev, ahır, samanlık, ağıl, kısacası dam yoktur ki onun eli değmesin…Sadece o kadarda değil… Damların yaralarının sarılıp iyileştirilmesi daha bitmeden, her ilkbaharda çoşan dere suyunun yıktığı köprü mü yeniden yapılacak, elinde kazması, baltası, balyozu, küreği, o gün kü iş için hangisine ihtiyaç varsa onunla, ilk o çıkar köy meydanına. Çoşmuş dere suyuna, beline urgan bağlayarak o girer… Kalın kalın ağaçları, o omuzlar… Büyükçe taşları, o suyun içinden çıkarır… Köprünün iki tarafına örülecek taşıyıcı duvarları, o örer… Mühendistir, mimardır, duvar ustasıdır, ameledir, sohbetkardır, yılgınlığa düşenlere moral veren ayağa kaldırandır, şakaları ve anekdotlarıyla herkesi güldürendir…O yıl da, bahar daha önceki yıllar gibi çok az yeni şeyler getirerek ilerleyip Mayıs ayına girilmişti. Çayırlar boy vermiş, ağaçlar yapraklanmış, tomurcuklar patlamış ve yavaş yavaş suyu bekler kıvama gelmişlerdi. Köyün sulanabilir arazilerine su taşıyan kanal (ark) ın, kış günlerinde yıkılan yerelerinin tamir edilmesi, kum ve çamurla dolan yerlerinin temizlenmesi lazım… Bu iş 3 gün sürer… Bütün köylü, topraklarının böyüklüğüne göre, birer veya ikşier kişiyle bu işe imece usulü katılır… Üç gün… Şakalarla, çoşkuyla, keyifle çalışılan üç gün…Binali dayı, en başta gene… Onun küreği herkesin küreğinden daha büyük… O herkesten daha çok çalışıyor ve daha çok iş çıkarıyor… Aynı zamanda da karşılaşılan teknik sorunların, zor durumların çözümüde onda. Tabi sohbet ve anekdotlar da… Her zamanki tempoyla çalışıldığında genellikle ikinci günü keşanlı denilen bölgede oluruz… Tamda orada mola verilir ve Binali dayı iki tane, değişmez olan anekdot anlatır… Birisi Ermeni bir köylü ve Müslüman Kürt komşusuna dair, diğeride türkçe bilinmeyen Alevi/Kürt köyünde bir Türk ile yaşanan cenaze erkanı üzerinedir… Bu anekdotları onlarca kez, aynı yerde dinlemiş olmamıza rağmen, her anlatışında aynı heyecanı ve duyguları yeniden yaşardık. Zaten, Binali dayının anlattığı her anekdotu veya şakayı bütün köylü onlarca kez duymuştur ama bıkmadan usanmadan tekrar tekrar anlatması istenilir. Her seferinde de aynı ilgi ve neşeyle ağız dolusu kahakalarla dinlenilir… Çünkü, doyulmaz derecede güzel bir anlatım tarzı vardır Binali dayının… İkinci gün ve Keşanlıdayız! Mola verdik ve bekliyoruz! Mola bitti, Binali dayı anlatmadı?! Çalışmaya başlayacağız ama ben mutlaka anlatsın istiyorum… Başkasından bir reaksiyon gelmeyince ben, nereye? Daha binali dayı bize Ermeni ve Alevi Kürt köylülerle ilgili anekdotları anlatmadı diyorum. Herkes duruyor. Ben rica ediyorum…Hatırıma anlatmasını istiyorum. Unutmuş…Kırmıyor beni ve başlıyor anlatmaya.„Bir Müslüman Kürt köyünde Ermeni bir köylü yaşarmış. Ermeni köylü, boynunda haç taşırmış ama korkusundan haçı elbiselerinin altında saklarmış. Bir gün tenha bir yerde haç ı boyundan çıkarıp karşısına almış ve dualar ettiği bir anda Müslüman Kürt komşusu orada biti vermiş. Ermeni köylü haç‘ı saklamaya fırsat bulamamış. Haç‘ı gören Müslüman Kürt; ne yaptığını sorunca, mecburen gerçeği anlatmak zorunda kalmış. Bunun üzerine, Müslüman Kürt çok kızmış ve Ermeni komşusuna; „ bu haç!ın üstüne sıçacaksın“ diye baskı yapmaya başlamış. İsteği yerine gelmeyince de başlamış elindeki kalın sopayla zavallı Ermeni komşusunu dövmeye. Sonuçta dayağa ve işkenceya dayanamayan Ermeni köylü, istenileni yapmış. Kürt gittikten sonra Ermeni, büyük bir pişmanlık ve üzüntüyle haç‘ı almış, yıkayıp temizlemiş ve öpüp başına koyarak; „Kutsal Haç ne olursun bana darılma. Kürt idi zalım idi, Sopası kalın idi, Kürt vurdu bana ben sıçmak zorunda kaldım sana. Dünya yıkılsada benim meylim sendedir.“ diyerek haç tan defalarca özür dilemiş. Binali dayı ara vermeden ikinci anekdotu anlatmaya başlıyor…„Bir Alevi Kürt köyünde, bir kişi ölmüş. Köyde cenaze namazı kıldıracak kimse yok. Köylüler ne yapacaklarını düşünürlerken, köyün karşısındaki yoldan birinin geçtiğini görüyorlar. Hemen bir kaç genç yollayıp adamı apar topar köye getirtiyorlar. Adam dirensede, ne dediğini anlamayan köylüler onu sürükleyerek cenazenin başına getiriyorlar. Adam, Türk ve Kürtçe bilmiyor. Köylüler kendi aralarınada, bu türkçe biliyorsa kesin hocadır diye bir karara varıyorlar ve adamın ben bilmem itirazlarına rağmen, el kol işaretleri ve bildikleri tek tek türkçe kelimelerle; „sen türkçe biliyorsan hocalıkta yapabilirsin ve mecburen bu cenaze namazını kılacaksın.“ Çaresiz kabul ediyor; „saf tutun“ diyor ve başlıyor duaya: „Ölsün ölsün kürt ölsün, her öldükçe dört ölsün, kazma kökü yer kötü, haydi kaldırın bu pis Kürdü, El fatiha!“ Köylüler; „lo lo lace kuti ki çi xoce yo xoriyo ( ula ula itin oğlu ne derin hocaymış)“ … Hepimiz, herzamanki gibi kahkalarla, sanki ilk kez dinlemişiz gibi gülüyoruz… Bense bir tarftan da düşünüyorum… Politikleşme sürecimde, cezaevlerindeki sobetlerde, okuduğum kitaplardan, bize anlatılan resmi tarihin dışında da bir tarihin olduğunu öğrenmiştim. O an oradaki köylülerime; Ermeni soy kırımı ve ermenilere yaşatılan travmaları ve Kürtlere yönelik ırkçı ön yargıları anlatan bu anekdotların anlamlarını anlatmak isterdim, ama yapamadım. O, ritüelin sihirini orada, o anekdotlar üzerinden bozmak istemedim… İşkenceden sonra, tutsaklar olarak bir birimizin yaptığı komiklikler üzerine şakalaşıp gülmelerimiz aklıma geldi… Aynı şeydi… Kurbanlar eğer kendi yaşadıkları acıları görecelileştiremez dahada dramatize eder ve ya gerçek haliyle hatırlarlarsa, sonuçları dahada ağırlaşırmış…Nihayet, üçüncü gün ark bitiyor ve derede akan suyun önüne küçük bir baraj (Bent) kurularak ark‘a su bağlanıyor. En başta suyun içine giren ve en büyük taşları bente taşıyan gene Binali dayı. Akşam saatlerinde su köyün içine varıyor. Ark evlerin arasından geçiyor… Köyün evlerini yaparak onlara Ruh veren Binali dayı, diğer köylülerle birlikte, köyün damarlarına kan taşıyan ve can veren suyu da köye eriştiriyorlar. Artık 6 ay süreyle kediler, köpekler, tavuklar, diğer hayvanlar bu arktan su içeçek ve serinleyecekler. Kadınlar, bebeklerin popolarını yıkıyacaklar. Çocuklar, yarı çıplak olarak arkın içinde bütün gün oyunlar oynuyacaklar… Kısacası kuru yaz sıcağı altında kavrulan köye ve bütün canlılara serinlik ve can taşıyan nefes borusu açılmış oluyor böylece… Artık, herkes mutlu bir yorgunlukla evlerine çekilip, güzel ve derin uykulara dalabilir…Ben, köy evlerimizin ruhları vardı derim. Bu evlerde; natera şero je hereki, dotera bero je wareki (bu taraftan cansız olarak gitsin, öbür taraftan bir kuzu gibi gelsin) diyerek, düşen süt dişlerimizi arkasına attığımız, yatakların, yorganların istiflendiği andal/yüklüklerimiz ve arkasında diş perisi vardı. Onlarca kap kacağın dizildiği, topraktan yapılmış turşu, yoğurt ve daha bir çok yiyeceğin saklandığı küpler ile güveçlerin dizili olduğu terekleri her gece, ortalıktan el ayak çekildikten sonra ortaya çıkan ve pırıl pırıl silen, gelinlik çağında olan ve kimse daha kalkmadan tekrar ortadan kaybolan genç peri kız vardı. Xızır ın elinin izi olan un ambarımız da Xızırın ruhu vardı. Kıymetli yiyeceklerin saklandığı karanlık köşeler, çocuklar bulup yemesinler diye annelerimiz tarafından yaratılmış, kalo kokum(ihtiyar dede) lar vardı. Ahırlarda, geceleri atlara binen ve yelelerini ören helika gızkıne (Al karısı) ler ve her damın, odanın bir sahibi (vair e çeyi) vardı…İşte bütün bu ruhları olan damların, odaların, ahırların ve komların yapıcısı, ustası Binali dayı yı 2020 yılında kaybettik. Onunla beraber Orta komun kurucu kuşağının son yüreğide durdu. 90 lı yıllarda yaşanan yoğun göç zamanlarında, Binali dayıda İstanbula göçtü. İstanbulda ekonomik olarak çok iyi durumdaydılar. Ama o ve çok sevdiği eşi Hanım halam İstanbul da yaşamaya alışamadılar ve köyden hiçbir zaman bağlarını koparmadılar. Tıpkı benim sevgili annem ve babam gibi… Annem, Babam, Binali dayı, Hanım hala son yıllarda tamamen köye yerleştiler. Arada bir tartışsalar da hiçbir zaman bir birilerine küs kalmadılar. Her seferinde mutlaka ikinci günü birisi çay koyar ve; „ bacı, bıra gelin çay içelim“ der, bir birilerini davet ederlerdi. Bazen telefonla aradığımda, Babam ile Binali dayının 66 adlı iskambil oynu oynadıklarını duyardım. İlk önce Binali dayının eşi Hanım halayı, o çok sevdiği köyümüzün toprağına verdik. Ardından sevgili Annem, Babam ve sonrada da Binali dayı yı…En son, 2019 yılının Temmuz ayında, babamın mezarını yapmak için köye gittiğimde görmüştüm Binali dayımı. İlerlemiş yaşına rağmen hala neşesi yerinde ve dinçti. Köyde kaldığım sürece hoş sohbetini, şakalarını ve anekdotlarını yeniden ve hep aynı ilgi ve hayranlıkla dinleme şansım oldu… Güle güle Binali dayı, babamın Bırası, İmanım, Çökertmen, Binali kako, Kotaman… güle güle! O çok sevdiğin ve çokça emek verdiğin köyünün, Ortakomun (Gome Orti) toprağının bağrında rahat uyu… Senin yaptığın, ruhunu verdiğin evlerin, damları, konakların kapılarının boyunları bükük kaldı… Artık aldıkları yaraları saracak kimse kalmadığından, onlarda senin ve senin kuşağındaki insanlarımız gibi birer birer yıkılıyor ve toprağa karışıyorlar… Hatta çoğu zaman yaralanmıyor, tamamen çöküp ölüyorlar…Yeni evler de yapılıyor tabi ki… Alımlı göşterişli evler… Betondan, demirden, çatıları kiremit veya saçtan… Elektrikli fırınları, bulaşık makinaları olan evler… Hangi elektrikli fırında pişirilen zerfert/ babuko senin yaptıĝın locunda, taş üzerinde pişirilen zerfetin lezzetini verebilir ki? Elektirĝi, sıcak suyu olan ama, soğuk ve ruhu olmayan evler…Belkide senin yüreğin buna dayanmadığı için artık atmayı bıraktı kim bilir?

Necati Güler

Kaynak: Necati Güler`in facebook sayfasından alınmıştır

Diğer Başlıklar

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-5- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Ölüyoruz Birer Birer!.. Sabah olmuş sofranın başına toplanmışız, kahvaltı yapmaktayız. …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-4- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Ölüyoruz Birer Birer…! Sabah olmuyor. Dönüyor, kıvranıyoruz fırıldak misali. Geceyi …