Cuma , 19 Nisan 2024
Home / Güncel / İleri işçiler mi? Sendika bürokrasisi mi? Tarafınızı seçin! / İşçi Konseyi Girişimi

İleri işçiler mi? Sendika bürokrasisi mi? Tarafınızı seçin! / İşçi Konseyi Girişimi

İleri işçiler mi? Sendika bürokrasisi mi? Tarafınızı seçin! (Yeni İşçi Dünyası’nın Tavrı Üzerine)

Metro Market’te grev kararı alındığı süreçte işten atılan market işçisi Halil Öner’le, sendika bürokratlarına karşı sosyal medyadan yaptığı paylaşım sonrasında, Sosyal-İş’in devam etmekte olan işe iade ve sendikal faaliyet davası sırasında sendika avukatını habersiz şekilde çekmesi üzerine, bu duruma ilişkin İşçi Konseyi Girişimi olarak Halil Öner’le röportaj yapmıştık. Söz konusu röportaj Devrimci Proletarya, Mücadele Birliği dergilerinde yayınlandı.

Yeni Dünya İçin Çağrı dergisinin eki olarak çıkan Yeni İşçi Dünyası Gazetesi de röportajı yayınladı. Ama bu gazete röportajın hemen yanına Sosyal-İş Sendikası’nın “Sendikamıza Yönelen Suçlamalara Sessiz Kalmayacağız!” başlıklı yazısını da yayınlamıştı. Yazıda Metro Market TİS süreci çarpıtılarak anlatılıyor, söz konusu röportajda ismi geçmeyen ve market sektöründe çalışma yürüten bir işçinin ismi ve soyismi hakaretler arasında geçiriliyor, böylece bu işçi patronlara ihbar edilmiş oluyordu. Böylece, bu durumu hiç sorgulamadan yayınlayan Yeni İşçi Dünyası Gazetesi bu ihbarcılığa alet olmanın da ötesinde bu ihbarı yapan yayın organı durumuna düşmüş oldu.

Dikkat çeken ikinci nokta, Sosyal-İş’in yanıtının henüz röportaj yayınlanmadan yayınlanmasıdır. Bunun nedeni Yeni İşçi Dünyası Gazetesi’nin röportaj henüz yayınlanmadan Sosyal-İş’e göndermesi, yayınlamak üzere onlardan bir cevap yazısı talep etmesidir. Sosyal-İş sendikasının sitesinde bile yayınlamadığı bu yazıyı Yeni İşçi Dünyası Gazetesi yayınlamıştır.

Röportajı yayınlayan Devrimci Proletarya, Mücadele Birliği dergileri Sosyal-İş’ten herhangi bir yanıt istememişler, onların herhangi bir yanıtını yayınlamamışlardır.

İşçilere yapılan saldırı Sosyal-iş bürokrasisinden bekleyebileceğimiz bir davranıştır. Yalanlar, saptırmalar ya da laf kalabalığı yaparak olayları oldu bitirmeye getirmek, bürokrasinin doğasında vardır. Sendika yöneticisi tarafından verilen cevapta “işten atılan arkadaşlar işverenden önce sendikamıza saldırarak eylem yapmamızın baştan önüne geçmiş oldular” diyerek sendika yöneticilerinin “incileri dökülmüş” oldu. Bu sözler bile işçilere patron gözüyle bakıyor olduklarını göstermektedir. Ayrıca yine aynı beyler 9. Maddede “Bu toprağın insanları bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak gibi bir geleneğimiz vardır. Metro da 4500 değil, 3200 üyemiz var” diyerek arkadaşlarımızın sendikayla ilişkilerinin düzeyini ortaya koyduğunu iddia ediyor. Ancak imzalanan TİS sadece 3200 işçiyi değil, dayanışma aidatı ödeyerek sözleşmeden yararlanan işçileri de bağlamaktadır. Metro Marketlerde kaç işçiden aidat aldıklarını ve aslında bütün işçiler adına görüşme sürdüklerini bilmiyor olamazlar. Sosyal-iş yönetiminin ne dediği, dediğimiz gibi pek umurumuzda değil. Sendika bürokrasisi patronların işçi sınıfı içerisindeki uzantısıdır. Patronun yaptığını yapmaları ya da patronun yaptığına kılıf uydurmaları beklediğimiz bir şeydir. Bizim asıl şaşırdığımız, kendisini sınıf mücadelesinde öncülük iddiasıyla ortaya koyan ve bize karşı tavır alan Yeni İşçi Dünyası Gazetesi’nin tutumudur.

İşçi Konseyi Girişimi olarak Yeni İşçi Dünyası Gazetesi temsilcileriyle yaptığımız görüşmelerde bu yaptıklarının hatalı olduğunu ilettik. Buna verdikleri yanıtta, diğer şeylerin yanı sıra, şunları belirtmişlerdir:

“Hakkında doğrudan ve ismi verilerek eleştiri getirilen bir kişi, kurum, sendikaya vb. cevap hakkı tanımak gazeteciliğin, haberciliğin basit bir kuralıdır. (…) Yazıları yayınlarken ‘yayın ilkemiz gereği’ yazıları yayınlıyoruz ibaresi düşülmüştür. Yazıların karşılaştırılarak, tartışılması, yorumlanması okurlarımıza bırakılmıştır.”

Bu burjuva “ilke”nin eleştirisine geçmeden önce bu “ilke”nin dahi son derece keyfi bir biçimde uygulandığını belirtelim. İşçi Konseyi Girişimi’nden işçiler olarak daha önce de Yeni İşçi Dünyası Gazetesi’ne yazı vermiş, bu yazılarda çeşitli kurum ve kişilere yönelik eleştiriler yapmıştık. Örneğin bir “Sol” gazetesi yazarı Kadir Sev’i ve Devrimci Turizm-İş Sendikasını eleştirmiştik. Bu yazıları yayınlayan Yeni İşçi Dünyası Gazetesi söz konusu “yayın ilkesi”ni hatırlamamıştı. Aynı şekilde, Yeni İşçi Dünyası Gazetesi kendi sitelerinde yayınladıkları yazıda Sosyal-İş’e bazı eleştirilerde bulunmuştu. Bu eleştirilerin muhatabı olan, “hakkında doğrudan ve ismi verilerek eleştiri getirilen” Sosyal-İş’e ‘yayın ilkeniz gereği’ cevap hakkı tanımanız gerekmiyor mu? Anlaşılan bu “ilke” yalnızca sendikalardaki çıkarlarınız söz konusu olduğunda işliyor. Sosyal-İş’in “Sendikamıza Yönelen Suçlamalara Sessiz Kalmayacağız!” başlıklı yazısında İşçi Konseyi Girişimi’ne ve ismi geçen öncü işçiye “hastalıklı” gibi ibarelerle saldırıldığında bize de “anında” cevap hakkı doğmuyor mu? Ama Sosyal-İş’e gazete yayınlanmadan önce tanınan bu “hızlı” yanıt hakkı biz işçilerden esirgeniyor, bu cevap hakkı yazı yayınlandıktan ve biz eleştiri yaptıktan sonra ancak tanınıyor.

Şimdi de, “hakkında doğrudan ve ismi verilerek eleştiri getirilen bir kişi, kurum, sendikaya vb. cevap hakkı tanıma ilkesine” gelelim.

İşçiler olarak devrimci-komünist iddialı yayın organlarının sorumlularına işin abc’si sayılabilecek, basit doğruları sıfırdan anlatmak zorunda kaldığımız için üzüntü duyuyoruz. Zira işçi sınıfının biliminin kurucusu Marx’ın sınıf mücadelesinden kopuk, soyut “ilkeler”i işçilere kabul ettirmeye çalışan küçük burjuva sosyalisti Proudhon’u eleştirmesinden bu yana 171 yıl geçti. (Bakınız: “Felsefe’nin Sefaleti”).

Soyut “yayın ilkelerini” bırakıp da somut duruma bakarsak, Yeni İşçi Dünyası Gazetesi’nin eşit söz hakkı tanıdığı taraflar şunlardır:

Bir tarafta patronlardan ve sendika bürokratlarından gizli bir şekilde, komitelere dayanarak örgütlenme yapmaya çalışan ileri işçiler.

Diğer tarafta ise tabandan sendikal faaliyetle değil, patronun çağrısıyla örgütlenmiş, Toplu İş Sözleşmelerinde işçileri satan (Sosyal-İş’in yaptığı son iki Toplu İş Sözleşmesini karşılaştırırsak toplu sözleşme süresinin iki yıldan üç yıla çıktığını, işçinin ayda 495,34 lira zarara uğradığını görürüz), başında maskelerini düşüreceğinden korktuğu öncü işçileri isim ve soyadı vererek patronlara ihbar etmekten, davalarda işten çıkarılmış işçilere karşı patron lehine şahitlik yapmaktan çekinmeyen sendika bürokratlarının bulunduğu bir sarı sendika.

Böyle bir sendika yönetimine söz hakkı vermekle patrona söz hakkı vermek arasında hiçbir fark yoktur. Yeni İşçi Dünyası Gazetesi’nin sorumluları kendileri çevirip yayınladıkları kitaplardan sendika bürokrasisinin burjuvazinin bir uzantısı olduğunu, patron ve sendika bürokrasisinin aynı kampta olduğunu okuyabilirler. Buna ilişkin bir örnek verelim:

“Sendika üyeleri geleneklerin etkisinden kurtulmaya ve bağımsız bir çizgi izlemeye çalışmaya başlar başlamaz, sendikaların demokratik hakları yöneticiler için istenmeyen sonuçlar yaratır yaratmaz, bütün sendika tüzükleri bir yana atılmakta ve devrimci işçilere saldırı, onların işletmelerden kovulması, sendikalardan atılması vs. başlamaktadır.

Reformist önderlerin alışılmış mücadele yöntemi, sendikalardan ihraçtır. Bu ihraç, bazı ülkelerde tutuklamalarla aynı zamanda ve paralellik içinde gerçekleşir, diğer ülkelerde muhalif örgütleri yıkmanın çıkış noktası olarak hizmet eder. Her iki halde de sorunun ekseni, sendika üyelerinin önderlerinden farklı görüşte olma hakkıdır.

Sendika bürokrasisi, esas olarak, mücadele yürütmeye değil, görüşmeler yapmaya uygundur. Kitleler harekete geçtiğinde, korkuya kapılır. Devrimci işçilere kötü davranması bundandır. Sendika bürokratı, yasalarla ve yasallıkla barış içinde yaşamak isterken, devrimci işçi, hem burjuva ve hem de reformist yasallığa başkaldırmak zorundadır. Sendika bürokratı, her devrimci işçide, tüm gelenekleri ve tüm alışkanlıkları çiğneyen bir insan görür. Bir kitle eyleminin, bir kitle mücadelesinin bir bütün olarak görüşme uzmanlarını gereksiz kılabileceğinden korkar. Her durumda barışçıl bir uzlaşmayı tercih eder. Kendini kitlelerin önderi olarak değil, onların işlerinin avukatı olarak görür. Bir sendika bürokratının bir avukatla bu kadar çok ortak yönünün olmasının sebebi budur.” (A.S. Losovsky, Sendikalar Üzerine, Cilt-3 [Devrimci Sendika Hareketinin Örgütsel Görevleri], s. 63-64, İnter Yayınları)

Yeni İşçi Dünyası’nın “ilke” gereği cevap hakkı tanıdığı Sosyal-İş yönetimi tam da Losovski’nin anlattığı, patronun kampında, her aşamada işçilerin karşısında yer alan bir tutum sergilemiştir. Metro market patronu o dönem asgari ücrete yapılan %30 zammı vermemek için “ikramiyeleri üç ayda bir, bir tam Maaş (yada yıllık 120 günlük ikramiye) olarak değil de, her ay maaşlara yansıtmayı UYGULAMAYA başladı. İşçiler de, Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi “ikramiye buysa zam nerede, zam buysa ikramiye nerede” diye sorarak sendikadan durumu çözmeleri talep etti. Sendika yöneticilerinin cevabı önce “bekleyin” oldu. İşçiler tepki verince “bu hakkı gasp eden bir sözleşme imzalamayacağız, gerekirse grevle alacağız” demeye başladılar. Ancak aradan bir yıl kadar zaman geçtikten sonra (TİS görüşmelerini zamana yayarak aslında işçilerin öfkesini boşaltıyorlar) SENDİKA ve Metro arasında yapılan TİS görüşmeleri uyuşmazlıkla sonuçlandı. GREV kararı alındı. GREV KARARININ DUYURUSUNU SENDİKA OKUTMADI. İşçiler de grev kararını kendileri okudu. Ertesi günden itibaren işçiler işten çıkarılmaya başlayınca sendika yöneticileri bu duruma SESSİZ KALMIŞTIR. Yukarıdaki alıntıyı güncel hayatta doğrulayan bu olay sendika yönetiminin patrondan yana tavrının açık bir göstergesidir.

Sonuç olarak, “hakkında doğrudan ve ismi verilerek eleştiri getirilen bir kişi, kurum, sendikaya vb. cevap hakkı tanıma ilkesi” bu somut durumda burjuva gazeteciliğin, patronlara hizmetin bir “ilke”si haline gelmiştir. Buna göre Cumhurbaşkanı’nı isim vererek eleştiren bir işçiyi Bimer’e şikayet eden (başka) sendika yöneticileri çok ilkeli davranmıştır. Bu mantığa göre, yazılarımızda patron, devlet veya (polis, jandarma, meclis, parti, bakanlık gibi) herhangi bir devlet kurumunun adı geçerse onlara da “cevap hakkı tanımak” gazetenizin bir “yayın ilkesi” oluyor. Bu ilkesizlikten çıkan sonuç bu olur.

Konuya ilişkin tavrınızı açıkladığınız yazıda, Sosyal-İş’ten yanıt talep edip yazılarını yayınlamanızı “onları tavır koymaya zorlayan”, “ işçi sınıfının mücadelesine, sendika bürokrasisinin teşhir edilmesine hizmet eden” bir davranış olarak meşrulaştırmaya çalışıyorsunuz. Size göre, durum kendiliğinden öylesine açık ki, okuyucunun iki yazıyı birbiriyle karşılaştırması olayın içyüzü hakkında belirli bir kanıya sahip olmalarına yeterlidir. Fazladan herhangi bir yorum yapmaya bile gerek yoktur. Sendika yönetimi kendi kendini teşhir etmiştir. Bunu belirttikten hemen sonra olaya ilişkin yorumunuzu eklemeniz bile bu söylediklerinize sizin bile inanmadığınızı gösteriyor. Bu anlayışınız doğruysa, yani olaylar kendiliğinden bu kadar açıksa devrimcilerin, komünistlerin düşmanı teşhir etmesine, ajitasyon yapmasına, gazete çıkarmasına gerek kalmamış demektir. Bu anlayışınız doğru olsaydı, yani olaylar kendiliğinden bu kadar açık olsaydı, sendikalar ileri işçilerin, devrimcilerin, komünistlerin hiç mücadele etmesine gerek kalmadan çoktan sendika bürokrasisinin boyunduruğundan kurtarılmış olması gerekmez miydi? Kaldı ki, bırakalım sıradan bir okuyucu işçiyi, Bolşevik Parti olma iddiasındaki sizler bile 3200 işçiyi ilgilendiren, uzun süre gündeme oturmuş, iki toplu iş sözleşme sürecinden bihaber olduğunuzu bize belirtmişken, olayların kendiliğinden bu kadar açık olduğuna emin misiniz?

Hatta daha da öteye gidelim, bize göndermiş olduğunuz yazıdaki Sosyal-İş’e yönelik eleştiriniz, olayın sizin için bile hiç açık olmadığını gösteriyor. Dahası, sendika yöneticileri süreci “iyi örgütlememiş” derken bile sendika yönetimini aklıyorsunuz. Zira sendika yöneticileri grev kararını ancak işçiler “ikramiyelerimizi peşkeş çektiniz, bizi sattınız” demeleri üzerine almak zorunda kaldı. Sendika yönetimi grev kararı yazısını okutmamak için işçilerden kaçtı; sendikanın temsilcisi “talimat gelmediği için ben okumam” dedi. Grev kararının okunmasının ardından 4 işçi atıldı ve sendika yöneticileri hiç bir şey yapmadı. Bu olay üzerine yaşanan gerginlikler ve gelişmeler sonrasında, “Metro Yönetimiyle
anlaştık” diyen dönemin şube başkanı Mahsun Turan Olağanüstü Kongre’de
görevinden alınmıştır. Adı geçen şahıs hakkında bilgi isterseniz, bu kişi Oleyis sendikası Disk’ten Hak iş’e geçerken Örgütlenme Uzmanı’ydı. Sosyal-iş sendikasından gittikten sonra Tek Gıda İş sendikasında çalışmaya başlamıştır. Yani sendikacılığı meslek olarak gören, işçileri aydınlık gazetesi/ ulusal Kanal ve Vatan partisine yönlendiren birinin sendikadan ilişkisinin kesilmesinin yolu tüm bu yaşananlardan sonra sağlanmıştır. (Kusura bakmayın, gazeteye iş çıkardık, görüş istemek zorunda kalacağınız birçok kurum adı verdik.) Burada süreci ”iyi örgütleyemeyen” biziz ve bizim sektördeki arkadaşlarımızdır. Ancak bir şeyleri örgütlemeye uğraşan sadece ve sadece bu arkadaşlardı, sendika yöneticileri değil. Herhangi bir şeyi “örgütleme” niyeti taşıyacak kadar iyi niyetli kişiler değildir onlar. Tezkoop İş’deki dostlarınızdan sorun anlatsınlar size, Metro marketlerde Tezkoop İş işçileri örgütlerken Sosyal-iş in direk patronlarla görüşerek nasıl yetki aldığını.

Devam edelim. Aynı yazıda bazı “bel altı” vuruşlar da dikkat çekiyor. Örneğin, “sendika bürokrasisi içinde yer alan işçi düşmanları ve işçi düşmanı edimler teşhir edilirken de, genel olarak sendikalara karşı, sendikalarda örgütlenmeye karşı bir tavra” düştüğümüzü ima ediyorsunuz. Genel olarak sendikalara karşı ya da sendikalarda örgütlenmeye karşı herhangi bir tavrımız olmadığını defalarca ifade etmemize rağmen, Konsey Girişimi üyelerinin büyük çoğunluğunun sendika üyesi olduğunu, Konsey Girişimi’nin amacının sendika bürokrasisini dağıtarak sendikaları gerçek sahiplerine teslim etmek olduğunu bilmenize rağmen, ısrarla bu imayı yapmanızı nasıl yorumlamalı? Sendika bürokrasiyle mücadeleyi sendika retçiliği olarak göstermek – konuyu kasten çarpıtmak gibi kötü bir niyet yoksa – en iyi ihtimalle sendika bürokrasisinden temizlenmiş, gerçek işçi örgütü olan bir sendikayı hayal bile edememekle açıklanabilir. İşin gerçeği şudur: işçilere sendikalı olmalarını anlatabilmemiz için, sendikaların gerçekten işe yaradıklarını gösterebilmemiz gerekir. Bunu yapabilmenin tek yolu da sendika bürokrasisine karşı mücadele etmektir. Bu mücadele de sizin yaptığınız gibi sınırlı yayın organlarımızda onlara söz hakkı vererek yapılamaz. Yoksa bir işçinin patrona açtığı davanın İŞVEREN TARAFI ŞAHİTLİĞİ yapan, grev döneminin TİS Daire Başkanı, şimdinin Şube Başkanı türünden sendikacılara yayın organlarınızda söz vermek, “devrimci sendikacılığı” savunmak, “sendikal mücadele”ye zarar vermemek adına, rehber edindiğinizi iddia ettiğiniz Bolşevik Parti’nin ilkelerine daha mı uygun geliyor size?

Tekrar vurgulamakta yarar görüyoruz: İşçi Konseyi Girişimi’ndeki arkadaşlar sendikalıdır. Arkadaşlarımız Türk-iş, Hak-iş, Disk konfederasyonlarına bağlı sendikalarla birlikte bağımsız sendikalara da üyedir. Bunların bazılarında planlı-programlı örgütlendiklerimiz olduğu gibi, çoğunlukla çalışma yapmak için yol arayışındayız. Ama içine girdiğimiz tüm örgütlenmeler sendikalarla buluşturuldu. Daima işçi arkadaşlara şunları anlatmaya çalışıyoruz: “sendikacılar bizim yöneticilerimiz değildir. Bir süreliğine bazı işleri yapmaları için görevlendirdiğimiz, seçtiğimiz kişilerdir. Bu görevini ifa ederken işçiye/üyeye hizmet etmeyeni, patronlara hizmet eder. Yani ‘ya ezenden yanasın ya da ezilenden. Bu işin az şekerlisi çok şekerlisi olmaz’. (Rıfat Ilgaz)” Ama sizin gibi iddialı olmadık. Sendika bürokrasisine karşı mücadele konusunda” reçeteniz” varsa lütfen bize öğretin. Çünkü gerçekten öğrenmek istiyoruz.

Yok, örgütsel/kişisel her türlü ilişkiyi kullanarak sendikalara uzman yerleştirmeye çalışmak, oralarda kalmak için işçilerin haklarının gasplarına ses çıkarmamaksa önerileriniz, biz almayalım. Bunları yaparken işçilerin aidatlarından maaş almakta çok ahlaki değil bizce. Biz sendika bürokrasisine karşı mücadele konusunda herhangi bir reçeteye sahip değiliz. Şimdiye kadar başarılı olduğumuz bir mücadele yok bu kulvarda. Ancak deniyoruz. Her yenilgiden dersler çıkarıyoruz. Ama asla Sendika bürokrasisine biat etmeyi seçmiyoruz. Yolunu bulana kadar deneyeceğiz. Bulamazsak hatalarımızı aktaracağız ki bizden sonra deneyenler aynı yolları elesinler.

Bir başka “bel altı” vuruş, bizim ağzımıza hiç söylemediğimiz şu sözü vermeniz: “İşçiler her zaman doğru söyler.” Yanıt vermek istediğiniz görüşlerimizi nesnel bir şekilde ortaya koymaya neden çekiniyorsunuz? Eğer doğru bir tavır içinde olduğunuzu düşünüyorsanız, bizim söylediklerimizi çarpıtmaya ne gerek var? Yaptığımız bire bir konuşmalarda “sendika bürokrasisine değil, işçilere inanmak gerekir” diye bir cümle sarf etmiştik. Bu cümlenin bağlamından cımbızla koparıldığı anlaşılıyor. Biz Yeni İşçi Dünyası temsilciyle yaptığımız görüşmede, “Metro süreciyle ilgili hiçbir bilginiz olmasa bile Sosyal-İş’in verdiği yazıyı tarafsız bir biçimde okusaydınız, söylenilenlerin yalan olduğunu anlardınız” demiştik. Neden? Çünkü Sosyal-İş’in yazısına bakacak olursak, ortada mükemmel, hatasız, mücadeleci bir sendika var; bu sendika harika bir Toplu İş Sözleşmesi imzalıyor ve aniden… bu büyük ve onurlu eylemleri her nedense göremeyen işçiler ortada fol yok yumurta yokken bu “sınıf sendikacılığı yapan”, muhteşem sendika yöneticilerine aniden küfürler etmeye, saldırmaya başlıyorlar. Gazeteyi çıkaranların bunun mümkün olmadığını, işçilerin geri zekâlı olmadığını, Sosyal-İş’in düpedüz yalan söylediğini görmeleri, işçilere inanmaları gerekirdi. Tabii bunu gerçekten görme niyeti varsa. Söylediğimiz buydu. Ama söylediklerimiz yazıda bilinçli ya da bilinçsiz olarak saptırılmış. Eleştirilerimizi keşke yazılı verseydik diyecek oluyoruz. Ancak daha önce verdiğimiz yazılı eleştirilerde bile, söz konusu yazılarda dile getirmediğimiz düşünceleri sanki dile getirmişiz gibi tavır takınıldığını hatırlıyoruz. İlginçtir, turizm işçisi bir arkadaşımızın yazısında da, sendikalara karşı genel anlamda olumsuz tek bir cümle bile bulunmamasına rağmen, Yeni İşçi Dünyası gazetesi yazıya verdikleri cevaplarında sanki verilen yazıda genel anlamda sendika karşıtı bir ifade varmış gibi, sendikaların tamamen çöpe atılmaması gerektiği anlatılmış, sendikaların yararları – sanki bunları yazan arkadaş bunlardan habersizmiş gibi – sıralanmış, böylece turizm işçisi arkadaşın yazısındaki eleştiriler de “ustaca” hasıraltı edilmişti. Bu konuda yüz yüze görüşmemizde Yeni İşçi Dünyası sorumlusu arkadaş “yazında açık olarak sendika karşıtı bir ifade yok ama biz öyle algıladık” demiştir. Yani sözlü de olsa, yazılı da olsa, bir şeyi söyleyip söylemememizin bir önemi yok, arkadaşlar nasıl isterse, nasıl algılarsa öyle yazma hakkına sahip görüyor kendilerini.

Sonuç olarak bizler mücadelemiz içinde kaçınılmaz olarak sendika bürokrasisiyle yüz yüze gelecek olan işçileriz. Bu mücadeleyi patronlardan ve sendika bürokratlarından gizli olarak yürütmek zorundayız. Sizlerle bağlantılı olan ve aynı mücadeleyi veren işçiler olursa, biz herhangi bir yayında onların isimlerinin yayınlanarak teşhir edilmesine izin vermeyiz. Hiçbir soyut “ilke” bize bunu yaptıramaz. Size de, işçilerin sınıf mücadelesine zarar veren her türlü “ilke”yi kaldırıp atmanızı tavsiye ediyoruz. Kaldı ki, patronların, sendika bürokratlarının kendilerini ifade edebilecekleri yüzlerce yayın organı ve platform vardır. Buna karşılık ileri işçilerin kendilerini ifade edebilecekleri yayın organı ve platform sayısı çok azdır. Bu koşullarda, iki tarafa da eşit haklar tanımanız, bu örnekte, işçilerle sendika bürokrasisine eşit mesafede olduğunuzu, hatta – tüm koşullar karşı tarafın lehine olduğu için – sendika bürokrasisine ve dolayısıyla patrona daha yakın olduğunuzu gösterir. Sendika bürokratlarına işçilerle eşit söz hakkı vermek gazetenizi ileri işçilerin değil, sendika bürokratlarının sözcüsü yapar. Bu “ilke”yi savunduğunuzu bilen hiçbir ileri işçi gazetenize yazı yazmaz ve okumaz.

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …