Cuma , 26 Nisan 2024
Home / Dünya / YASAKLI “MUNZUR KÜLTÜR ve DOĞA FESTİVALİ’NİN” BANA HATIRLATTIKLARI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ! Heybet AKDOĞAN

YASAKLI “MUNZUR KÜLTÜR ve DOĞA FESTİVALİ’NİN” BANA HATIRLATTIKLARI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ! Heybet AKDOĞAN

YASAKLI “MUNZUR KÜLTÜR ve DOĞA FESTİVALİ’NİN” BANA HATIRLATTIKLARI ve DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Elazığ’ın, Kovancılar ilçesinde doğup, büyüdüm.

Büyümeye başladığım ilçede, Cumhuriyet’in kurucusu yüce Atatürk önceden, Romanya’dan Türk muhacirlerini getirip yerleştirmişti.

Bizlerin anadilini ve özünü unutması için bundan daha yüce bir ideal olabilir miydi? Bu yüzden Atatürk’e yüce diyerek hitap ettim. Çünkü Türkiye’de hiçbir yer yokmuş gibi, bilhassa bizim Mezopotamya topraklarını stratejik olarak uygun görmüştü muhacirlere.

Zaten, Türkçeyi ilk olarak muhacirlerden öğrendim. Fakat, tezin-antitezle çatışması gibi, hem muhacir arkadaşlarımızla oyunlar oynardık hem de onlara Türkçe-Kürtçe karışımı bir sözcük olan “macir-i kovik” adlı aşağılayıcı bir lakap takmıştık. Onlarda bize karşılık vererek: “Kürt kovik” derlerdi. Yöre halkı bu cümlenin anlamını bilir.

Evet!.. aşağılayıcı … Ama hor görmeyin bir zamanlara ait bu tavrımızı. Psikolojide etkiye tepki olarak tespit edilmiştir bu ilişki biçimi. Çünkü muhacirlerin bizim dilimizi öğrenme gereği duymadan, kendi dillerini bize dayatmaları zaten ilk aşağılanma duygusunu bizde yaratmıştı.

Aradan yıllar geçti, büyüdük. Muhacirlerde bizim topraklarımızda bayağı sermaye sahibi oldular.

Daha sonra ne mi oldu?

Bizlere:

“Yahu bu geri kalmış insanlar içinde yaşanılır mı” diyen muhacirler, batının büyük şehirlerine göçtüler.

Bize ne oldu diye sorarsanız? Biz hâlâ devlet babanın bizim için yazmış olduğu senaryoların kurbanı olmaya devam ediyoruz.

Yeni senaryonun projesi belliydi. Devletin bizi bilinçsel bakımdan uyanmamız için meşgul etmesi gerekiyordu. Yeni senaryonun adı, tarihten günümüze güncelliğini hiç kaybetmeyen Alevi-Sünni çatışmasıydı.

Çocukluğumda siyah-beyaz bir televizyonumuz vardı. İçinde ise, sağolsun devlet babanın bizi devşirmek için düşündüğü filmler, çizgi filmler ve eğlence programları bizi devşirmek için oynardı. O zamanlar sadece bir kanal yayınlayabilirdu o televizyonumuz. O da TRT 1 idi.

O yıllarda ilçemizde tamirci Hayrettin diye biri vardı. Artık her nedense, Dersim’den bizim oraya göçmüş. Fırın, buzdolabı vb. elektrikli eşyalar tamir ediyordu.

Etrafımdaki insanlar ona; kızılbaş Hayrettin, Alevi Hayrettin, bir de Hayrettin abimin post bıyıkları olduğu için kendisine komünist Hayrettin derler, dışlarlardı. Yani anlayacağınız etrafımdaki insanların Hayrettin’e verdikleri değer, Hayrettin’in tamirciliğiyle orantılıydı.

Aradan birkaç yıl geçtikten sonra renkli televizyonlar ve çanak antenler piyasa sunuldu. Kimlik, kültür asimilasyonu konusunda bir devrim niteliğinde olan bu gelişmeye bizim Hayrettin abi el attı. Fırın, buzdolabı tamirciliğini bırakıp, televizyon tamirciliğine başladı. Helal olsun, gerçekten yetenekli adamdı. Elektrikli teknik işlerine çok yatkın bir zekası vardı.

O tarihlerde Cine5 TV daha yeni yeni adını duyurmaya başlamıştı. Büyüklerimiz bu kanaldan futbol maçlarını izlemek için kahvehanelere doluşurlardı. Hayrettin abi ise, bu popüleriteyi gördükten sonra evlere çanak anten kurmaya başladı. Eee..! Ne de olsa; popülizm para ve sermaye ideolojisinin modern kültürü.

Artık, her çatıda bir yuvarlak tencere gibi olan antenler çoğalıyordu. Ve kızılbaş, komünist Hayrettin; Hayrettin Bey olmaya başlamıştı. Beylik kelimesi her şeye bela olduğu gibi, Hayrettin abimin başınada bela oldu. Fazla parayı gören Hayrettin (Ehl-i Beyt inancına sahip) abim, kumar oynamaya başlamıştı. Gerisi malûm..!

Kovancılar gelişiyordu. İş piyasası büyüyordu. Bu yüzden Kovancılar’a en yakın Alevi köylerinden fakir insanlar, çalışmak için taşınıyorlardı.

Heyhat! Kimin aklına gelir!

Ülkücülüğün ve feodal islam anlam anlayışının yaşandığı, konuşulduğu bu ilçede, bir gün solculuk sempatizanlığı filiz verecek.

O yıllarda Lise ilk sınıftaydım. İlçemizde gelişen sol sempatizanlığı sayesinde, Kovancılar’ın gençleri, “Dersim Munzur Kültür ve Doğa Festivali”nden haberdar olup, festivalle tanışmaya niyetlendiler. Ben de merak ediyordum. Ve sezonun ilk festivalinde, bir minibüs kiralayıp, Dersim’in yolunu tuttuk. Festivaldeydik. Festival alanında dolaşırken bizim “Cine5 Hayrettin” abimi gördüm. Yıllardır Dersim’e uğramayan ve zevk-i sefaya kendini kaptırmış, ” Hayrettin Bey” oradaydı.

Neydi onu yıllar sonra Dersim’e ve festivale getiren duygu ve düşünce?

Festival oldukça kalabalıktı. Türk soluna mensup sanatçılar yer almıştı. Partizan marşları ve arada bir Dersim’e ait şarkı ve Türküler okunuyordu.

Bir de, Belkıs Akkale gelmişti. Kalbinde Atatürk sevgisiyle: ” Merhaba Dersim halkı, ben sizlerin geliniyim” diyerek sahnedeydi.

Dersim festivali esnasında yaşadıklarımı yıllar sonra gözlemlediğimde; o atmosferde Alevi-Sünni ayrımını yaşatan duyguların silikleşmiş olduğunu hatırladım. Herkes aynı coğrafyanın insanı olduğunu, büyülü bir zaman içinde paylaşıyordu.

Lakin, Dersim’in ozanları ve Dersim’in kadim ezgileri, festivalde öksüz bırakılmıştı. Örneğin, Dersim’in kadim bir ozanı olan Hüseyin Doğanay neredeydi? Ve buna benzer birçok eksik ayrıntı yıllar sonra fark ettiğim gerçeklerdi.

Evet..!

Devletin korktuğu ve korktuğundan dolayı festivalin aslını değiştirmek için, sinsice müdahalelerde bulunduğu Dersim festivalini geride bırakmıştık.

En son kutlanan Dersim festivalinden sonra; Kovancılar’da, Dersim’de birçok genç polisler tarafından tutuklandı, sürgünlere gönderildi.

Dersim’de, özellikle kış mevsimi gelince işsiz olan insanlar, yaz mevsiminin gelmesini beklediler. Dersim festivali olsunda, biraz ticaret yapıp, festivalde para kazanırız diye. O da olmadı.

O günden bugüne, Dersim festivali yasaklandı. Artık festivale gelemeyen insanlar tatil yerlerine;  bacasız fabrika olan turizm mekânlarına gidiyorlar. Böylelikle, olaysız ve sorunsuz amacına ulaşan sömürgeci devlet, hem festivalin anlam ve içeriğini değiştirdi hem de Diasporada olan Dersimlilerin turizm mekânlarında emeklerini sömürmeye devam ediyor. Sadece maddi olarak sömürmüyor. Yıllardır turizm mekânlarında, Türk ve batı tatil kültürünü benimsemiş Dersimlilerin, kendi özlerine ve mekânlarına olan aidiyet duyarlılığı acaba ne kadar anlamını koruyabiliyor? 

En son içinde bulunduğumuz 2022 yılında yapılmak istenen, Munzur Kültür ve Doğa Festivali’ne yönelik yasak, yıllardır olduğu gibi yine Erdoğan tarafından konuldu. Tamamıyla ideolojik olan bu yasak, Erdoğan tarafından gerçekleştirilmek istenen “Neo-Osmanlı” politikasının bir yaptırımı.

Bu yasağın başka sebeplerinide biliyoruz. Üzücü olan, AKP-MHP İttifakı tarafından ısrarla sürdürülen “Munzur Kültür ve Doğa Festivali”ne karşı çözüm olabilecek yeterli itiraz sesleri yükselmemesi.

Aslında bu yetersizlik beni şaşırtmadı. Çünkü, Dersim Belediyesi’nin Türk Solu’na mensup bir başkan tarafından yönetildiği aşikâr. Ve bu festivalin ne için yapıldığı öz itibariyle düşünüldüğünde, kendiliğinden doğan soru işaretlerine mani olunamıyor.

TKP öncülüğünde yapılmak istenilen “Munzur Kültür ve Doğa Festivali”nin bu tür eksiklikler barındırması olağandışı değil. Lakin, normal olanı çelişkilerle dolduran bir başka önemli husus, Dersim’in hangi coğrafyaya bağlı olduğu ve bu bağlılığın Dersim’de yapılacak festivale kazandıracağı hedeftir.

Hâliyle, hedef bu yönlü olmadığı için, Dersim’de yasaklanan festivale karşı gösterilen tepkilerin kısa süreli olması tabii oluyor.

Dersim Belediye Başkanlığını kazanan F.M.Maçoğlu’nun, Dersim’de bulunan “Mavi Köprü”yü Türk bayraklarıyla süslemesi henüz hafızalardan silinmiş değil. Yasaklanan “Munzur Kültür ve Doğa Festivali”yle iç içe olan bu sorunlar, Erdoğan sonrasında da unutulmaması gereken gerçeklerdir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tekçi modeli belki ilerde yasaklanabilecek yeni “Munzur Kültür ve Doğa Festival”lerinin devamı olacaktır.

Osmanlı’dan günümüze kadar Dersim bölgesine uygulanmış olan tüm faşist eylemlerin sınıfsal nitelikte olması, yaşanılacak yeni faşist uygulamaların habercisi olabilir. Bu sınıfsallığın etnik boyunu ise, Dersim’in bir Kürdistan bölgesi olduğu hakikati doğrulamaktadır.

Şüphesiz Tük devletinin; Kürdistan’da, Sünni topluma ve devletçi anlayışa karşı zarar verdiği görülmemiştir. Çünkü Kürdistan’da egemen devlete baş eğen tüm birey ve toplumlar sınıfsal ve etnik meselelerden yalıtılmışlardır.

Bilhassa Kürdistan’da; Dersim ve belirli bölgeler direnişleriyle, egemen olanTürk ulus devletinin her zaman hedefi olmuştur. Bu yüzden Dersim’i kendi kadim kimliğiyle bütünleştiremeyen bütün ideolojik fraksiyonlar, sınıfsal ve etnik gerçekle tam olarak bütünleşemiyorlar.

Bugün Dersim’de yapılacak olan bir festivalin, söylemiş olduğum bu gerçeklerden yola çıkarak bir direnişi yansıtması çok zor.

“Munzur Kültür ve Doğa Festivali” derken, doğa festivalinin, sadece Dersim’in doğasını esas alması, Dersim halkının büyük bir kısmının ait olduğu Kürdistan coğrafyasında, Türk ordusunca yakılıp, yıkılan doğayı eş değerde mesele edinmemesine neden oluyor ve Maçoğlu’nun bu konuda Dersim halkıyla elele vererek kalıcı bir tepki göstermemesi, kaybettiğimiz çok şeyi gözler önüne seriyor.

Türk faşizmini, Dersim’de yapılacak bir festivalin sınırları içerisinde tutmak sonuç olarak, Dersim’in tarihine ve geleceğinide zarar veriyor.

Dersim’de yasaklanan festivalin doğa içerikli olması, fakat Dersim Belediye Başkanı’nın, katı atık tesisi projesini hayata geçirmek istemesine yönelik, projenin imar edileceği bölgeden, birçok insanın; ” …doğamıza zarar verme, ekmeğimize engel olma” diye Maçoğlu’na gösterdikleri tepki, yapılmak istenen festivalin doğaya karşı daha gerçekçi olması gerektiğini gösteren bir başka gerçektir.

Yazının sonuna gelirken, geriye dönüp hatırladığım; ilk Dersim Festivali’ne gittiğimde, festivale farklı bölgelerden gelen insanlarla, Dersim halkının aynı kadim atmosferi teneffüs etmeleriydi. Ve aynı atmosferde, yek tarih inancıyla, aynı ruh için toplanmış insanlar.

Peki şimdi?

Kürdistan coğrafyasında, sınıfsal devrim bilincinden yoksun büyük çoğunluğun yarattığı burjuvazi milliyetçiliği ve Dersim’in özerkliğini isteme yönünde derinleşen bölgesel tutuculuk var.
Heybet AKDOĞAN

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …