Perşembe , 25 Nisan 2024
Home / Gençlik / Yiğit Bir Devrimcinin Ardından! NECATİ GÜLER

Yiğit Bir Devrimcinin Ardından! NECATİ GÜLER

Yiğit Bir Devrimcinin Ardından

İbrahim Özalp (Yamuk) ve kırmızı bavul

Soğuk bir Şubat günü. 1981 Mart ayına , yani bahara doğru gidiyoruz… „Ferah“ günler yaklaşıyor diye düşünüyoruz… 12 Eylül faşist cuntası bütün acımasızlığının ve zulmünün zırhlarını kuşanmış ülkeyi kasıp kavuruyor… Basın ve televizyonda her gün „çökertilen“ örgüt, yakalanan “Anarşist”, (o zamanlar terörist kavramı daha bu günkü kadar sık kullanılmıyor) çıkan “çatışmada” öldürülen militan, yakalanan cephane ve yasak yayınların duyurulduğu veya sergilendiği, faşist MGK bültenlerinin arka arkaya yayınlandığı kasvetli ve karanlık günlerdeyiz.
Devrimcilere yönelik sürek avları tüm hızıyla sürüyor. Seninde arkandan çakalların, sırtlanların ve katillerin böyle bir sürek avını yürüttüklerini bilmiyoruz tabi.1981 şubatın son günleri… Bölge sorumlumuz; 4 kişi kaldığımız, tek odalı “hücre evimize” birisinin geleceğini, belkide bir kaç gün kalacağını ve onu evin yakınınndaki minibüs durağından almamı süylediğindede o kişinin sen olduğunu bilmiyordum tabiki.
Söylenen saatte, söylenen yere gidiyorum. Daha ben durağa varmadan karşıdan geldiğini görüyorum. Hafif kar serpiştiriyor. Başın açık. Düz siyah ve gür saçların her zamanki gibi alnını hafif kapatacak şekilde yana taranmış… Sırtındaki paltonun yakaları kalkık… Merhaba diyorum… Ben seni tanıyorum ama daha önce hiç konusmuşluğumuz yok… Seni herkes gibi bende Yamuk olarak tanıyorum sadece…

Aklım 2 yıl öncesine gidiyor… Güngören köy içine yakın bir yerde çalışıyorum. Çalıştığım yerin karşısında tek katlı bir eve genç, aydınlık yüzlü, canlı ve bizi candan selamlayan, kadınılı erkekli bir sürü genç insan girip çıkıyor… Merak ediyorum… Birilerine soruyorum… „Yolumuz dergisinin bürosu“ diye cevap alıyorum. Dahada ilgimi çekiyor… İçeriye giriyorum… Kapının önünde seni görüyorum… Halinden ve tavırlarından grubun içinde saygın bir yerin olduğu hemen anlaşılıyor… Kısa bir süre sonra dergi bürosu kapanıyor ve gençlerin çoğunu bir daha göremiyorum… Ama bende artık senin temsil ettiğin siyasal düşüncenin bir sempatizanı oluvermiştim… Sen benim farkındamıydın bilmiyorum ama, ben seni ve senin yanında hep seninle birlikte dolaşan, benide tanıyan başka bir yoldaşla birlikte sık sık bir yerlerde (aslında görmemem, duymamam ve bilmemmem gereken zaman ve yerlerde) ikinizle hep tesadüfen karşılaşıyordum… Gene bir gün Anadol marka bir arabanın içinde eskortluğunu, korumasını yaptığın „konvoyun“ en önünde giderken aniden bir sokakta karşınıza çıkmıştım işte… Yanındaki beni tanıyan yoldaş, bölge sorumlumuz aracılığıyla „ona söyle her yerde dolaşıp karşımıza çıkmasın“ diye haber bile yollamıştı! Seninde bundan haberin olmuşmuydu hiç öğrenemedim…
Adının İbrahim Özalp olduğunu, görev yerini, sorumluluk düzeyini, neden bizde kalman gerektiğini hiç bilmiyordum, zaten soramazdım, sorulmazdıda…
Sende merhaba diyorsun ve tek kelime konuşmadan eve geliyoruz… Bölge sorumlumuz evde… Benim 1 saatliğine dışarıya çıkmamı, evde kalan diğer arkadaşlardan başka yerlerde kalmalarnı söylememi istiyorsunuz… Dışarıya çıkıyorum, arkadaşlara ulaşıyorum ve kalacakları bir yer bulmaları gerektiğini söylüyorum. İki arkadaş kalacak bir yerler buluyorlar ve gidiyorlar… Bulamayan diğer arkadaş mecburen benimle birlikte eve gelecek. Bir saat dışarıda zaman geçirdikten sonra eve geliyoruz… Birazdan bölge sorumlumuz gidiyor… Hava çok soğuk… Tek odalı “hücre evimizi” elektirikli sobayla ısıtmaya çalışıyoruz… Soba çok zayıf ve iki de birde rezistans teli koptuğu için bozuluyor. Yani bir küçük odayı bile ısıtmaya yetmiyor sobanın gücü… Normal kömür sobamız var ama kömür alacak paramız yok… Bu duruma çok üzülüyorsun ve bölge sorumlumuza kızıyorsun… “Bu çocuklar burada donacaklar” diyorsun… Bölge sorumlumuz ne diyor hatırlamıyorum ama sanırım imkansızlıklardan söz ediyor…
O gece birlikte üşüyoruz… Sabah, akşam tekrar gelmek üzere evden çıkmadan önce bize bir tomar para veriyiyorsun. Biz o güne kadar bu kadar parayı bir arada görmemişiz. Daha şaşkınlığımız geçmeden paraya çevirmemiz için on tanede altın bilezik bırakıyorsun… “Kömür alın, beslenmeniz ve kışlık kalın giyisiler için kullanın” diyorsun. Sen gittikten sonra diğer arkadaşla sevinç ve şaskınlık içinde birbirimize baka kalıyoruz. Çok duygulanıyorum… Ne yapacağız bu kadar parayı ve altını? Altınları zulaya saklıyoruz… Bu günlerde bozdurmak tehlikeli… Eyüpte, Küçük Çekmecede kuyumcu soygunları olmuş… Cunta şaşkın. Güpe gündüz, onlarca şehir gerillası, askerleri, polisleri etkisizleştirerek çatışa çatışa bu kuyumcu soygunlarını gerçekleştirmiş… Basında çarşaf çarşaf haberler… Faşist cunta acz içinde kalmanın hırsıyla her yere azgınca saldırıyor… O yüzden Altınları saklayalım diyoruz ve paranın bir miktarıyla kömür ve kışlık elbiseler almaya karar veriyoruz. Bakırköyde büyük bir giyim magazasına (Santral) gidiyoruz… Mağaza tanınınmış büyük bir textil holdingine ait… Pantolonlar beğeniyoruz ama para ödemeyi kendimize yediremiyoruz… Sonunda eski elbiselerimizin altına ikişer pantolon giyerek, satıcıları ve kasayı atlatıp hiç para ödemeden eve geliyoruz… Akşam oluyor sen gelmiyorsun…İkinci gün, üçüncü gün gene gelmiyorsun… Bu arada Mart ayına girdik. Havalar ısınır diye kömürde almıyoruz… Parayıda altınları sakladığımız zulaya koyuyoruz… Senden hala haber yok… Nihayet bölge sorumlumuz senin başka kalacak yer bulduğunu ve gelmeyeceğinin haberini veriyor…
Tam bu günlerde gazetelerde bir haber ….“ …..Örgütüne darbe! Esenlerde…..sayıda kişi hücre evlerine yapılan baskınlar sonucu yakalanırken, Cemal Yavuz isimli anarşist çıkan catışmada, kaçmaya calışırken vurularak ölü olarak elde geçirildi”???!!!
„Bu bizim örgüt“ diyoruz… üzülüyoruz … Ama Cemal Yavuz?! Mutlaka sahte kimliktir diye düşünüyoruz… Ama peki kim? Sen hiç aklıma gelmiyorsun… Yamuk bu hiç ölürmü?
8 Martı 9 Marta bağlayan gece sokağa çıkma yasağının başlamasından (o zaman gece saat 00.00 dan sabah 05.00 e kadar tüm istanbulda sokağa çıkma yasağı uygulanıyordu) hemen sonra mahalede köpekler alışılmadık bir şekilde havlamaya ve kaçışmaya başlıyorlar… Dört kişiyiz evde… Küçücük odamız çok katlı bir binanın giriş katında, kapısı direk sokağa açılan, aslında dükkan olarak düşünülmüş bir yer… Yatağa yeni girmişiz… Bir şeylerin ters gittiğini düşünüyoruz… Daha bu düşüncemizi açıkça birbirimizle konuşmadan ayak sesleri kapının önünde! ” Işığı yakın, kapıyı açın! Ellerinizi başınızın üstüne koyun ve teslim olun!” bağırışları arasında kapımız kırılıyor ve çelik yelekli, ellerinde makinalı tüfekli polisler daracık odaya doluyorlar… O arada bir arkadaş ışığı açmış ve biz hepimiz ellerimiz arkadan kelepçelenmişiz bile… Gözlerimiz hemen bağlanıyor ve giyinmemiz için önümüze bir kaç parça elbise atılıyor… Göz bağının altından bakarak ve el yordamıyla kendimize ait elbiseleri bulup giyinmeye çalışıyoruz… Daha tam giyinemeden karga tulumba polis araçlarınının içinde kendimizi buluyoruz. Her birimizin sağına soluna birer polis biniyor ve dipçik darbeleri, küfürler, hakaretler arasında gayrettepeye doğru yola çıkıyoruz… Telsizden merkezi haberdar ediyorlar… „Misafirleri aldık yola çıkıyoruz“ diyorlar… Karşıdan sevinc çığlıkları ve tebrik dilekleri duyuluyor…
Şaşkınız???!!!
Nasıl ve nereden bize ulaştıklarının cevabını bulmaya çalışıyorum… Nihayet Gayrettepe… Hemen işkence odasına alınıyoruz… Falaka, askı, elektirik… Çığlıklar, küfürler… Derken ilk salvo geçiyor, gözlerimiz açılıyor ve karşımızda daha önce birlikte faaliyet yürüttüğümüz ama uzun süredir başka bir bölgede olduğunu bildiğimiz biri duruyor… Şaşırıyoruz… Bende jeton düşüyor… Kömürlükteki büyük zula aklıma geliyor… Eyvah diyorum. Çünkü bu şahısla birlikte hazırlamıştık… Diğerleri bilmiyorlar… O arada şahıs „her şey bitti. Ben bildiklerimi anlattım sizde anlatın“ diyor… Susuyoruz… Onu dışarıya çıkarıyorlar… „Kömürlüktekileri, parayı ve altınların olduğu zulayıda bulduk, sizden sadece Kırmızı Bavulu istiyoruz“ diyorlar. „Ya verirsiniz yada sonunuz Yamuk gibi olur. Yamuğu biz öldürdük. Yeri gelirse sizide öldürmekten çekinmeyiz“ diyorlar…
Başımdan kaynar sular dökülüyor… Yamuk… Öldürülmüş…Kırmızı bavul! O meşhur kırmızı bavul… Güngören, bağcılar, tozkoparan, esenler arasında dolaşıp duran vefakar vede muzaffer kırmızı bavul… Tanışma ve taşıma şerefine bende erişmiştim… Ama içinde ne olduğunu hiç bilmeden… Bilemezdim çünkü kural böyleydi… İçine Bakılmayacaktı… Seni katletmişlerdi… Diğerlerine göz dağı olsun diye seni katletmişlerdi belliki… Ama buna pişman olacaklardı… Çünkü kırmızı bavulu herkes sana vermişti ve sen kırmızı bavulun sırrını birlikte götürmüştün… Kime sorsalar aynı cevap „Yamuk biliyordu“… Ve tabi Tamer Arda’yı yakalamnın eşiğinde olduklarının hayalini kuruyorlardı… Tamere ulaşabilcekleri bir tek sen vardın. Yada olsa olsa aramızda en fazla iki kişi daha vardı… Ama hiç kimse Tamer Arda’yı tanımamıştı, görmemişti ve yerinide bilemezdi… Bilse bilse Yamuk bilirdi… Ama onuda katletmişlerdi…
Yani ölümün bile katillerini, işkencecileri çıkmaza sokmuştu işte… Yoldaşların içinse gurur kaynağı vede kurtarıcı olmuştun… Çünkü hepisinin bildiklerini, bütün sırları, o meşhur kırmızı bavula koymuş ve beraber götürmüştün…
90 güne yakın bir süre Gayretepede hep kırmızı bavul ve Tamer yakalandımı diye korkuyla yaşadık… Selimiyeye giderken, Mayıs ayının sonları yada Haziranın başlarında Tamer’in hala yakalanamadığını biliyordum artık ama kırmızı bavula dair endişelerim vardı… Ve nihayet güneşli bir ilkbahar gününde selimiyede savcı Faik Tarımcıoğlu’nun odasındayım. İlk sorusu; „Yamuğu tanıyormuydun?“ ikinci sorusu ise; „Kırmızı Bavulu gördünmü ve nerede olduğunu biliyormusun?“. Dışarıda güneş parlıyor… Selimiye kışlasında Faik Tarımcıoğlu’nun odasının camından dışarıya, güneşe ve güneşin yanında gülümseyen senin yüzüne bakıyorum…
Sen kazanmıştın…
Kırmızı bavul bulunamamış ve Tamer Arda da yakalanamamıştı! Düşmana korku salmaya devam ediyorlardi…
Katillerin pişman ve yeniktiler…
Sevgi, özlem ve saygıyla…

Kaynak: Necati Güler Facebook sayfasından alınmıştır.

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …