Cuma , 26 Nisan 2024
Home / Güncel / KÜRDİSTAN’DA ENTEGRE SÖMÜRGECİLİK!

KÜRDİSTAN’DA ENTEGRE SÖMÜRGECİLİK!

Kürdistan, Sarı hocanın tabiriyle ‘’devletler arası sömürge’’dir. Kastedilen devletler Türk, Fars ve iki Arap devleti Suriye ve Irak. Kürdistan bu devletlerin sömürgesidir.

Sömürge deyince klasik sömürge anlaşılmamalı. Klasik sömürgeciliğin hem çağı geçti; hem de bu kavram, bundan anlaşılan içeriğiyle, henüz geçerli olduğu çağda bile Kürdistan’la sömürgeci devletler arasındaki ilişkiye uymaz. Kürdistan bir entegre sömürgedir; toprakları ilhak edilmiş, ülkesi mülhak olmuştur. Eski tabirle müstemlekedir; yurdu istimlak edilmiş, egemenin mülkü haline getirilmiş; dolayısıyla ülke olarak tüzel varlığı yok edilmiştir. Klasik sömürgede yani kolonide koloninin alt seviyede de olsa tüzel kişiliği vardır; kolonyalistin koyduğu ayrı yasaları, ayrı idari sistemi, ayrı siyasi biçimlenişi, ayrı hukuki statüsü; kısacası bir statükosu vardır; tıpkı köleci toplumda efendi ile köle, feodal toplumda feodal bey ile serf arasında olduğu gibi belirgin, gözle görülebilir bir ilişkilenme düzeni vardır. Ama entegre sömürge öyle değildir; entegre sömürge sömürgeci ile sömürgeyi, muktedir ile boyunduruk altındakini düzler, ezilen ulusun kimliğini, ülkesinin tüzel varlığını yok sayarak sömürgeyi sömürgeci ile güya ‘’eşit’’(!) hale getirir, aynı potada, tabii muktedirin potasında eritir; hakimiyet ilişkisi tıpkı işçinin kapitalistle ilişkisinde olduğu gibi, görünmez, anlaşılmaz, kanıtlanmaz hale gelir. Piyasada kapitalist ile işçi eşit ve özgür iki karşılıklı meta alım satımcısıdır; işçi işgücünü ya da iş kapasitesini satar ve bu satışta ya da onun satınalınmasında herhangi bir alavere dalavere, hile yoktur; ama iş süreci sonunda ortaya çıkan ürün, işgücünü satın alan kapitalistin malı olur ve sömürünün tılsımı burada ortaya çıkar: iş sürecine işgücünün karşılığı olan ücretini alarak katılan işçinin ürettiği ürün hem ücretinin karşılığını, onun üretimi için gerekli emek miktarını hem de bundan daha fazla bir miktarı yaratmış; toplam ürün değeri içine bir artık değer katılmıştır. Bu sihirli süreç, işçinin göze görünmez köleliğinin özüdür.

Entegre sömürgecilikte meydana gelen şey de bunun gibidir. Farklılık şurdadır ki; işçi ile kapitalist, piyasada özgür ve eşit kimseler olarak karşı karşıya gelirken, birbirleriyle ilişkiye herhangi bir cebir yoluyla geçmezlerken, entegre sömürgeciliğin temelinde kanlı bir kalın çizgi halinde cebir yatar. Entegre sömürge cebren ilhak edilmiş, ülke statüsü kaldırılmış, toprakları onu cebren ele geçirenin toprağı haline getirilmiş, ulusu sömürgeci ulusun parçası sayılarak ulusal hak talep etmesi gayri meşru konuma sokulmuştur.

Klasik Sömürge’de sömürge bellidir: Hindistan, Mısır, Cezayir, Angola vs. hepsi ayrı ülkelerdir. Kolonyalist kolonisine bir genel vali atar, koloni için geçerli yasalarla, çoğu kez herhangi bir yasaya da gerek kalmadan kararname, emirnamelerle orayı boyunduruğu altında tutar. Hindistan ya da Mısır İngiltere değildir; İngiltere sayılmaz; halkı İngiliz vatandaşı ve İngiliz milletinin ‘’dağlı’’sı da olsa mensubu sayılmaz; dolayısıyla Britanya meclisi seçimlerinde oy kullanmaz; buraya milletvekili göndermez. Aynı şekilde Cezayir Fransa değil, Angola Portekiz değildir.

Ama entegre sömürgede sömürge ulus ve sömürge ülke hukuken yoktur; tüzel varlıktan dolayısıyla herhangi bir tüzellikte ifade edilmekten, hakları ve yükümlülükleri saptanmış olmaktan mahrumdur. Kürt Türktür, Farstır, Araptır ama kendisi değildir. Kürdistan Türkiyedir, Iraktır, Suriyedir, İrandır ama kendisi değildir. Kendisi olmamak, varlığının inkarını kabul etmek, dolayısıyla olmadığı şey olmaya razı olmak koşuluyla; yani Türk, Arap ve Fars olduğunu kabul etmek koşuluyla egemenin hukuk alanına kabul edilir. Fakat artık o zaten kendisi değildir; dönüşmüş, başka bir şey, olmadığı bir şey haline gelmiştir. Bu noktadan itibaren o, artık egemen ulusun öz parçası ve bu yönüyle ‘’eşit ve özgür’’ üyesidir. Türktür, Türk yurttaşıdır, Türk anayasasına ve öteki yasalarına tabidir, Türk siyasal yaşamına, Türk iktisadi sistemine, Türk eğitim düzenine kısacası Türk olan herşeye eşit Türk sıfatıyla katılır. Ülkesi de Türk ülkesi, Türkiye diye adlandırılır. Coğrafya’da ve günlük kullanımda Kürdistan diye bir ülke yoktur; sadece Türkiye vardır ve Kürdistan Türkiye’nin bir coğrafi bölgesidir: Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi…

Aynı durum Kürdistan’ı sömürgeleştiren diğer devletlerde de kısmi farklılıklarla geçerlidir. Ama entegre sömürgeciliğin en tam, en yetkinleştirilmiş uygulaması Türkiye tarafından icra edilendir.

Herhangi bir köşe yazarının yazısını, TV’de konuşan herhangi bir kişiyi, hatta sokakta, kahvede, evde konuşan bir ‘’Türkiyeli’’nin konuşmasını mercek altına alın göreceğiniz şey; konuşmacının sık sık ‘’Ülke, ülkemiz, biz, yurdumuz, askerimiz, ekonomimiz, siyasetimiz, okullarımız’’ vs. şeklinde konuştuğudur. Türk cumhuriyet tarihi, Türk olmayanlardan yapay bir Türk ulusu yaratmıştır ve bu yapay ulusun önemli bir kesimi halen ‘’Türkiyelileşmekte’’ olan fakat bu süreci tamamlayamamış, iki arada bir derede kalmış, ne olduğuna tam karar verememiş, ya da artık kadere boyun eğmiş ve Türklüğü içselleştirmiş Kürtlerden meydana gelir. Bunlar ‘’ülkemiz’’ diye konuşurken asla Kürdistan’ı kastetmezler; örneğin ‘’gerillamız’’, ‘’peşmergemiz’’, ‘’Alarenginimiz’’ demezler.

Oysa Türk Cumhuriyeti kurulduğu sıralarda bugünkü TC sınırları içerisinde aşağı yukarı 10 milyon insan yaşıyordu. Cumhuriyetin 10’uncu yıldönümünde ‘’10 yılda 15 milyon genç yarattık’’ diye öğünülüyordu. Bu nüfusun sadece üçte biri kadarı Türk’tü. Geri kalanı Kürt, Rum, Arap, Çerkez, Boşnak, Pomak, Ermeni, Rum ve öteki halklardandı. ‘’İstiklal Savaşı’’ denen savaşla gayri müslimleri ya katletti, ya da ata yurtlarından dışarıya sürdüler; bir kısmını da zorla müslümanlaştırdı ve Türkleştirdiler; geri kalan halklar içerisinde en tehlikelisi Kürtlerdi ve tüm cumhuriyet siyaseti bir milli mutabakat siyaseti olarak Kürt ulusunun ve Kürdistan’ın TC sindirim sistemi içinde hazm edilmesi üzerine kuruldu. Türk devleti 1920’den 1940’a kadar Kürdistan’a sayısız sefer yaptı ve nihayet Kürdistan’ın askeri bakımdan mükerrer fethini tamamladı. Bu fetih ve sindirim seferleri ile eş zamanlı olarak entegre sömürgecilik siyasetini devreye koydu. Kürdün lisanını koparmak için dili, ruhunu koparmak için yüreği, düşüncesini koparmak için aklı demir bir pençe ile kanırtıldı.

İtalyan birliği gerçekleştirilip İtalya kurulduğu sıralarda Mazzini ‘’İtalya’yı kurduk, şimdi sıra İtalyanları yaratmakta’’ demişti. Zira İtalya’da İtalyanların oranı üçte bire bile ulaşmıyordu. Ama Onların bir Kürdistan’ı yoktu. İtalyanları yaratmak için kılıç kullanmalarına gerek kalmadı. Türk ulusunu yaratmak ise Türkleştirilmek istenen halklar üzerinde kabzasında Bismillahürrahmanürrahim yazan kanlı kılıcın sallanması ile gerçekleştirildi.

Entegre sömürgecilik sistematik ve süreklilik özelliğine sahip bir sömürgecilik sistemidir. Klasik sömürgecilikte, koloniler eninde sonunda ya bağımsızlık savaşıyla, ya da kolonyaliste yararları kalmadıkları için kolonilikten çıkar, bağımsız devlet olurlar. Amerika Birleşik Devletlerinin İngilizlerden ayrılmasından itibaren kolonyalizm tarihinin gösterdiği gerçek budur. Entegre sömürgecilikte ise bu imkansız değilse de; klasik sömürgecilikteki kadar kolay değildir. Polonya’nın özgür olması için 100 yıl geçmesi ve I. Dünya Savaşının çıkması gerekmişti.

Bu tarz sömürgecilik, toprakları sömürgeleştirilen ülkelerle sınırdaş olan ülkelere özgüdür. Amacı, ezilen ulusu tümden eritmek, egemen ulusun parçasına dönüştürmek, kısacası yok etmek; onun ülkesini ise ebediyen tarihten, coğrafya atlaslarından, dünyadan, edebiyattan, kısacası her şeyden silmektir. Türk devleti, entegre sömürgeciliği en sistematik, en yetkin tarzda uygulayan devletlerden biridir.

Böyle bir sömürgecilik sistemi karşısında sadece ezen millet sosyalistleri değil; çoğu kez ezilen milletin sosyalistleri de kafa karışıklığı içine düşüyorlar; Marxizm’in proletaryanın çıkarlarını ulusal çıkarlardan daha üstün tutma ilkesini çarpık tarzda, adeta entegre sömürgeciliği kutsama, onaylama ve dokunulmaz kılma şeklinde yorumluyorlar. Bu çarpıtmanın en belirgin teorisyenlerinden biri Rosa Luxemburg’du. Luxemburg, ömrünün sonuna kadar, Polonya’nın bağımsız olmasının olanaksız bir düş olduğuna inanmakla kalmadı, kendi ülkesinin bağımsızlığına karşı çıktı; böyle bir çabayı gericilikle özdeş tuttu. Oysa ölümünden kısa süre sonra Polonya devleti 100 yıl uyuyan masal kızı gibi, yüzyıllık uykusundan uyandı ve bağımsız bir devlet olarak dünya devletler sahasına çıktı. O gün bugündür yaşıyor.

Diğer Başlıklar

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! HAMİT BALDEMİR

SEҪİMLER VE GERҪEKLER! Gerek ulusal mücadelede ve gerekse sosyal mücadelede devrimciler legaliteyi her zaman olanaklar …

30.YILINDA MADIMAK KATLİAMININ UNUTMADIK! XETA SOR

Yılında Madımak Katliamını Unutmadık! 2 Temmuz 1993, TC devletinin katliamlar serisine bir yenisinin eklendiği, kara …

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN-6- Remzi BİLGET

NUH GELSİN DE TUFAN GÖRSÜN Bitmiyor Ölümlerimiz! Ağlamak nedir, gözyaşı ne ola? Ya da kuruması …

FIRSAT KARGALARI! Samet ERDOĞDU

FIRSAT KARGALARI 10 sene önce politik meteorolojide benim hava tahmini göstergem Öcalan idi. Ona bakarak …